Türkiye'nin En Kapsamlı Kitap Özetleri Web Sitesi |
Din - İslam
MÜSLÜMANLARIN İTİLAF ETMESİNİN SEBEPLERİ
Öncelikle Müslümanlar hiç bir zaman dinin temel prensiplerinde itilaf etmemişlerdir. Mesela Allah’u telalanın birliği Hz. Muhammedin peygamber oluşu gibi şüphesiz ki Müslümanlar arasındaki itilaflar siyasi ve iktisadi meseleler hakkında olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:
1) Arap ırkçılığı: Efendimiz devrinde ırkçılık ortadan kaybolmuşken Hz. Osman devrinin son dönemlerinde kuvvetli ve korkunç bir şekilde ortaya çıkmıştır.
2) Hilafet anlaşmazlıkları: Efendimizin vefatından hemen sonra ortaya çıkmıştır. Ensarla Muhacir bu konuda ihtilafa düşmüşlerdir fakat Ensar’ın kuvvetli imanı bu ihtilafı önlemiştir. Fakat daha sonraları yeniden ortaya çıktı.
3) Müslümanların eski din mensuplarından bir çoğuna komşu olmaları ve eski din sahiplerinden bir kısmının islama girmeleri: Eski din mensuplarından bir çoğu İslam dinine girdi, eski dinlerinden kafalarında kalan düşünceleri söküp atamamışlardı. İslamı meseleleri eski inançlarının ışığı altında inceliyorlardı.
4) Bir çok kapalı meseleleri incelemeye girişmek felsefenin yayılması ile İslam alimlerini aklın incelemeye gücünün yetmediği meseleleri incelemeye sevk etmiştir.
5) Çeşitli hikayeler Hz. Osman devrinde ortaya çıkmış. Hz. Ali bunları hoş görmemiş Emeviler zamanında çoğalmaya başlamışlardır.
6) Metinlerden dini hükümler çıkarmak
ŞİİLİK
Şiilik İslam siyasi mezheplerinin en eskisidir. Hz. Osman döneminde ortaya çıkmıştır, Hz. Ali döneminde yayılmıştır. Hz. Ali (ra) insanlar oturup kalktıkça insanlar onun hayranı oluyorlar, insanlar kabiliyetini, ilmini ve dindarlığını son derece beğeniyorlardı. Aşırı uçlar, insanların bu duygularını istismar edip, kendi görüşlerini yaymaya başladılar.
Emeviler döneminde Hz. Alinin çocuklarına karşı yapılan zulüm Rasulullah soyundan olan insanlara karşı sevgi hisleri gittikçe arttı. İnsanlar bunlara zulüm neticesinde şehit nazarı ile bakmaya başladılar. Bu yolla Şii mezhebinin çerçevesi gitgide genişledi ve mensupları çoğaldı.
Bu mezhebin temel prensipleri Bin Haldunun, mukaddime eserinde zikrettiği şu esaslardan ibarettir. Halife olacak kişi ümmetin tayini ile başa gelecek kimse değildir. Peygamberlerin ümmete imam tayin etmesi onun üzerine bir görevdir. İmamın da büyük küçük bütün günahlardan beri olması gerekir. Bütün Şiiler Hz. Ali’nin efendimiz tarafından seçilmiş bir halife olduğu ve onun sahabelerin en eftali olduğu hakkında ittifak etmişlerdir. Hz. Ali ve oğullarının taktir hususunda çok aşırı gidenler bulunduğu gibi itidalli davrananlarda olmuştur. Mutedil şiiler, her hangi bir kimseyi kafirlikle itham etmeme ve Hz. Aliyi beşeriyet üstü bir varlık kabul etmeme yolunu tutmuşlardır.
Şiiliğin doğduğu yer ve zaman:
Şiilik 3. Halife Hz. Osman döneminde ortaya çıktı. Hz. Ali zamanında hiç bir katkısı olmaksızın gelişti ve yayıldı. Hz. Ali vefat edince mezhep halini aldı. Emeviler dönemi, Hz. Ali ve onun soyundan gelenler için büyük zulüm ve baskı dönemi oldu. Bu durum Ömer bin Abdülaziz dönemine kadar devam etti. Bu durum insanların öfkelenmelerine sebep oldu. Fakat öfkelerini yıkmak zorundaydılar. Gitgide ızdırap ve hınçları arttı. İşkence görenler aşırı derecede büyütülmeye başladı. Şiilik ilk önce Mısırda başladı daha sonra Irak’a sıçradı ve yayıldı. Irak Şiilerin karargahları haline geldi, bunun sebebi Hz. Ali hilafeti boyunca Irak’ta kalması Irak’lıların Hz. Ali’nin faziletlerini görüp taktir etmelerine sebep oldu ayrıca Irak’a meşhur Haccacın gönderilmesi ve baskıyı artırması ve Irak’ın eski medeniyetlerinin birleştiği bir yer olması Fars, Yunan, Hint düşüncelerinin burada birleşmesi Şiiliği güçlendirdi.
Şii Mezhebinin Fırkaları:
1) Sebeiyye: Abdullah Bin Sebe tarafından kurulmuştur kendisi bir yahudidir. Bozuk düşüncelerini müslümanlar arasına peyderpey yaymıştır. Hz. Ali’nin peygamberin vekili olduğunu ve Hz. Muhammedin (sav) tekrar dünyaya döneceğini iddia eder.
2) Ğurabiye: Bunlara kargacılarda denir. Bunlar karganın kargaya benzediği gibi Hz. Peygamber ile Hz. Alinin birbirine benzediğini Cebrail (as)’ın peygamberliği yanlışlıkla Hz. Ali yerine Hz. Muhammet‘e getirdiğini iddia ederler.
Şiiliğin Dışındaki Fırkalar:
1) Keysaniyye: Bunlar imamı mukaddes sayma ona son derece itaat etme ilmine kayıtsız şartsız güvenme esasları üzerinde kuruludur. İmamın hata işlemeyeceğine inanırlar. İmamın tekrar döneceğine inanırlar.
2) Zeydiyye: Bunlara göre peygamberden sonra imam olması gereken Hz. Ali’dir. Hz. Ali’den sonra imamın Hz. Fatma soyundan olması gerekir. Bu mezhebe göre aynı devirde iki imama biat etmek caizdir. Büyük günah işleyenin samimiyetle tevbe edip günahlardan vazgeçmedikçe devamlı olarak cehennemde kalacaklarına inanırlar.
3) İmamiye: Bu gün İran, Irak ve Pakistan’da yaşayan şiilere şii imami denir. Bu mezheb mensubları Hz. Peygamberin zamanında görülen bazı hadiselerden Hz. Peygamber tarafından Hz. Alinin halife tayin edildiğine dair deliller çıkarmaya çalışırlar.
4) İsnaaşeriyye: Bunlar hilafetin on iki imam silsilesine dayandırırlar. Son halife olan son imam Muhammedin bir sığınağa girip bir daha dönmediğini fakat mehdi olarak geri döneceğini iddia ederler.
5) Hakimiye: Bu aşırı gurubun reisi Allah’ın kendisine hulul ettiğini iddia eden el hakim bi emrillahtır.
6) Dürziler: Çoğunluğu Şam’da yaşayan dürziler’in hakimilerle büyük bir ilişkisi vardır.
7) Nusayriye: Bu fırkanın görüşleri şii fırkalarına mensub olan bir çok Şiilerin ret ettikleri aşırı görüşlerin bir karışımıdır. Hz. Alinin Allah olduğu onun ebediliği ve tekrar geri döneceği görüşündedirler.
HARİCİLİK
Bu fırka şiilik fırkası ile ortaya çıkmış her ikiside Hz. Ali’nin döneminde görülmüşlerdir bunlar da Hz. Ali taraftarları idi.
Saffın denilen yerde Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında yapılan savaşı Muaviye kaybedeceğini anladı ve Kur’an Kerim-i hakem tayin etmek için havaya kaldırdı. Fakat Ali aralarında Allah teala hüküm verinceye kadar savaşmakta ısrar etti. Ordusundan bazıları Hz. Ali’nin karşısına çıkarak hakim tayinini kabul etmesini istediler Hz. Ali istemeyerek bunu kabul etti. Hz. Ali karşısında bulunanlarla kendi tarafından bir kişi Muaviye tarafından da bir kişinin hakem tayin edilmesi hususunda anlaştıktan sonra Muaviye Amr bin el ası seçti, Hz. Ali ise Abdullah bin Abbası seçmek istiyordu. Fakat ordusundan kendisine karşı gelenler Ebu Musa el eşari’yi seçmeye zorladılar. Neticede bilindiği gibi hakemlerin kararı ile Hz. Ali azl edildi Muaviye ise hilafet makamına getirildi. Böylece Muaviye’nin sürdürdüğü haksızlık daha da güçlendi. Bundan sonra haricilerin durumu ilginç bir hal aldı. Önceleri hakeme baş vurulmasını istedikleri halde bunu daha sonra büyük bir suç saydılar. Hz. Ali’den tövbe etmesini istediler çünkü, Hz. Ali hakeme baş vurmakla küfre girmişti. Kendileri de bu sebeple kafir olduklarını tevbe ederek islam’a girdiklerini sanıyorlardı.
Bazı çöl bedevileri de bunların arkasına takıldı. “Hüküm ancak Allah’ın dır” sözü sloganları oldu. Hz. Ali ile savaşmaya giriştiler. Bu fırka islam mezhebleri arasında mezhebin en çok savunan düşüncelerini kabul ettirmek için en çok gayret gösteren çok dindar görünen en atılgan ve en sorumsuz davranan bir fırkadır. Bu fırka birtakım yaldızlı kelimelerin arkasına takılarak nice mazlum insanları öldürüp nice kanlar akıttılar. Haricilerin en belirgin sıfatları kendini feda etmek ölmeyi istemek kuvvetli bir sebep olmadığı halde tehlikelere göğüs germektir. Hz. Ali kendisine düşmanca davranmalarından ve zalimce davranmalarından dolayı savaşa girişti. Nerde ise köklerini kurutacaktı fakat buda bir işe yaramadı geri kalanlar fikirlerinden caymadılar. Bir rivayete göre uzun uzun secde de kalmaları sebebi ile alınlarının yara olduğu ellerinin nasırlaştığı haber verilir. Haricilerde görülen takva ve ihlas diğer yanda sapıklık çılgınlık, katılık birbiri ile çelişiyordu. Bunun sebebi genellikle bedevi olmaları idi. Bunlar İslamın ilk dönemlerinde sıcak ve zor hayat şartları altında yaşamaya devam ettiler. İslam bunların kalplerini fethetti ama düşünceleri yüzeysel idi, ufukları dar idi ilimden uzak idiler, böylece bu insanlarda mü’min fakat mutaassıp çölde yaşadıkları için atılgan, bol nimet bulamadıklarından zahid bir cemaat ortaya çıktı.
Haricilere göre halife ancak serbest ve sağlıklı bir seçimle başa gelir. Seçime bütün müslümanlar katılmalıdır. Hilafet sadece Arapların belli kabilelerine has bir şey değildir. Bu mezhebe göre her günah işleyen kafirdir. Hatta insanın görüşünde bile hata etmesini günah sayarlar. Günahlar arasında büyük küçük ayrımı yapmazlar.
HARİCİ FIRKALARI
1) Müslüman sayılan hariciler:
a) Ezarika: Bunlar kendilerine karşı çıkanların müşrik olduklarına ebedi olarak cehennemde kalacaklarına ve kanlarının helal olduğuna inanırlar. Bunların memleketleri onlara göre darülharbtir. Ezarika peygamberlerin küçük ve büyük günahları işleyebileceklerine inanırlar.
b) Necedat: Bunlar harbden geri kalanları kafir kabul etme çocuklarının öldürülmesini helal görme muhalifleri ile birlikte bulunan ehli kitaba karşı vaziyet alma hususunda cevaz verirler. Tabiyye prensibini benimsemişlerdir.
c) Sufriyye: görüşleri bakımından ezarikadan daha yumuşak diğer guruplardan daha aşırıdırlar.
d) Acaride: Bunlar metod bakımından necedat fırkasına çok yakındır.
e) İbadiyye: Bunlara göre kendilerine karşı çıkan müslümanlar ne mü’min’ dir nede müşriktir. Bunları inkarcılar diye adlandırırlar.
2) Müslüman sayılmayan hariciler: Yezidiye ve Meymuniyedir.
HİLAFET KONUSUNDA EHL-İ SÜNNETİN GÖRÜŞÜ
Ehl-i sünnet şu dört şartta ittifak etmişlerdir.
a) Kureyş kabilesinden olmak
b) Kendisine biat edilmek
c) İstişare ile seçilmek olmak
d) Adaletli davranmak
İTİKADİ MEZHEBLER
Bu mezheblerin ortaya çıkmasında çeşitli meseleler etkili olmuştur. Bunları şöylece sıralaya biliriz.
1) Kader meselesi
2) Büyük günah işleyenin durumu
3) Düşüncelerin felsefi bir boyut alması
CEBRİYE
Bu mezhebin temeli şudur: her hangi bir iş yapmayı kuldan uzaklaştırıp buna Allah’a nispet ederler. Bunlara göre kul herhangi bir işe gücü yetmekle sıfatlandırılamaz. Çünkü o yaptığı işleri gücü, iradesi ve seçme serbestliği olmaksızın mecburen yapar. Allah teala cansız varlıklarda görülen durumları yarattığı gibi insanın diğer varlıklara mecazi olarak nisbet edildiği gibi insana da mecazi olarak nisbet edilir.
İnsan sevap kazanmaya veya ceza görmeye mecburdur. Kulun bir takım işlerle mükellef oluşu cebr iledir. Bu mezhebi ilk önce yahudilerin icad ettiği ileri sürülür. Bu mezhep nihavent şehrini karargah edinmiş burada devam etmiş Ebu Mansur el Maturidi mezhebi ona galip gelmiştir. Bunlara göre cennet ve cehennem fanidir. Allah tealayı herhangi bir sıfatla tavsif etmezler. Kıyamet gününde insanların Allah’ı göreceklerini reddederler.
KADERİYE
Müslümanlar, emeviler döneminde “Kaza ve Kader” meselelerini tartışmaya girişmişlerdi. Bunlardan bazıları çok aşırı giderek insanın yaptığı işlerde hiç bir iradesi olmadığını ileri sürmüşlerdir. Buna mukabil kaderiyecilerde diğer bir cihetten aşırı gitmişler insanın yaptığı bütün işlerin Allah’ın iradesinden müstakil olarak tamamen kulun kendi iradesinden kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir. Bunların liderlerinden birisi Kader diye bir şey yoktur işler takdirsiz olarak kendiliğinden meydana gelir der.
MÜRCİE
Bu fırka, büyük günah işleyenin mü’min sayılıp sayılamayacağı hususunda tartışmaların çoğaldığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bunlara göre kafirlikle birlikte yapılan itaatin hiç bir faydası olmadığı gibi günah işlemenin de imana her hangi bir zararı olmayacağını ileri sürerler. Büyük günah işleyen kişinin durumunun kıyamet gününde Allah’a bırakıldığını beyan etmişler ehli sünnet vel cemaat alimlerinin bir çoğu ile pek çok noktada birleşmişlerdir. Hatta görüşlerinin aynen ehli sünnetin görüşleri olduğu ortaya çıkar.
Bunlar Hz. Osman zamanında ortaya çıkmış fitneden uzak durmuşlardır. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki meydana gelen savaşlar hakkında hiç bir görüş ileri sürmemişlerdir. Sa’d bin ebi vakkas Abdullah b. Ömer, İmran b. Husayn bu cemaattendirler. Çarpışanların durumunu Allah’a havale etmişlerdir.
Bir kısım alimler Mürcie mezhebini iki kısıma ayırmıştır.
a) Sünnete tabi olanlar
b) Bidatlara uyanlar: Ki bunlar mürcie ismi bunlara mahsustur.
MUTEZİLE
Emeviler döneminde ortaya çıkmıştır, Abbasiler döneminde islam düşünce alemini uzun bir süre işgal etmişlerdir. Alimlerin çoğunluğuna göre bu fırkanın başı Vasıl b. Ata’dır. Vasıl b. Ata Hasanı Basrinin ilmi sohbetlerinde hazır bulunurdu. Bir gün asırlar boyu insanın zihnini meşgul eden büyük günah işleyenin durumu meselesi ortaya çıktı. Vasıl b. Ata, Hasan-ı Basriye muhalefet ederek ben büyük günah işleyenin kesinlikle mü’min olmadığını, mü’minlikle kafirlik arasında bir derecede “el menziletü beynel menzileteyn” bulunduğunu söylüyorum dedi ve Hasan-ı Basrinin meclisinden ayrılarak camide kendisine başka bir meclis kurdu.
Mutezililere göre mezhebleri Vasıl b. Ata’dan çok öncedir. onlar ehli beytten çoklarını kendi mezheblerind3en olduğunu iddia ederler. Bunlar tevhid, adalet, vaad, vaid, el menziletü beynel menzileteyn emr-i bil maruf nehyi anil münker prensiplerini birlikte kabul eden kimseye mutezile derler. Mutezileler Allah’ın vaad ettiği her şeyin gerçekleşeceğini şiddetle savunmuşlardır. Ayrıca bunlar büyük günah işleyenin ne mü’min nede kafir olduğuna ikisi arasında bir mertebe de bulunduğuna inanırlar. Bu mezheb iyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak prensibine sıkı sıkıya sarılmışlardır. İnanç meselelerini ispat için akli hükümlere baş vururlardı. Bu mezheb bazı görüşlerini yunan ve eski felsefeden almışlardır. Abbasiler döneminde mutezileler artan sapık görüşlere karşı devlet tarafından kullanılmışlardır.
EŞARİLİK
Mutezilelerin fıkıh ve hadis alimlerine karşı giriştikleri hücumlardan ne bir tanınan fıkıh alimi nede meşhur bir muhaddis kurtulabilmiştir bu yüzden insanlar mutezilelerden nefret etmiştir. Mütevekkil adlı halife iktidara gelip mutezileleri çevresinden uzaklaştırıp alimlerden zincirleri çözünce fıkıh alimleri inanç meselelerini sünnetin ışığı altında anlamaya çalıştı.
Hicretin 3. yy sonlarına doğru ortaya gayret ve metanetleri ile seçilen iki zat çıktı. Bunlardan birisi ebu el Hasen el Eşari diğeri Ebu Mansur el Maturudi idi. Aralarında ihtilaf olsada, mutezileye karşı çıkmada ittifak içindedirler. İmam-ı Eşari Basralıdır. İlmi mutezilelerden tahsil etti. Fakat bunlardan düşünce bakımından uzaklaşmaya karar verdi. Bir süre evinden dışarı çıkmadı mutezile ve ehli sünnet delillerini karşılaştırdı. Evinden çıkarak mutezile mezhebinin yanlışlıklarını cami cemaatine anlattı. Ehli sünnet vel cemaat yoluna göre yazdığı şeyleri dağıttı.
Buna göre, ölü için dua edilmesi, sadaka verilmesi caizdir, ölüye fayda sağlayabilir. Allah’ın fakat kulların yüzü gibi değildir, eli vardır, fakat yaratılandan her hangi birinin eline benzemez. İmam Eşari inançlarının imam Ahmet b. Hambelin görüşlerine mutabık olduğu kanaatindedir. Eşariye göre imam Ahmet öncü bir imam, büyük bir alimdir. Eşari müteşabih ayetlerde nassların zahirlerini alır, Te’vil yapmaz. O ifrat ve tefritten kaçınmıştır. İmam eş’ari kuran-ı kerim ve sünneti seniyyede zikredilen Allah’ın bütün sıfatlarının varlığı kabul etmiştir.
Eş’ari insanın bir şeyi icad etmeye gücü yetmez ama kazanma kudreti vardır der. Kıyamet gününde Allah’ın görülemeyeceğini söyler.
MATURİDİLİK
Bu mezheb Ebu Mansur el Maturidiye meşhur olan Muhammed b. Muhammet b. Mahmut tarafından kurulmuştur. Semerkantlıdır, Maturidinin memleketi fıkıh ve usuli fıkıh dallarında tartışma ve münazaraların çokça yapıldığı bir yerdi. Maturidinin hanefi fıkhını ve ilmi kelamı Yahya el Belhi’den okuduğu kesinlikle sabittir. Bu dönemde mutezililerle fıkıh ve hadis alimlerinin fikri savaşları şiddetlenince tartışmalar ilmi kelam sahasına kaydı. İşte Maturidi akli düşüncelerle elde edilen neticeler sayesinde yarışların kazanıldığı böyle bir ortamda yaşadı. Maturidi hanefi mezhebindendi, görüşleri ona dayanıyordu.
a) Metod: Maturidi ile Eşari aynı dönemde yaşamışlardı. Her ne kadar aralarında ittifak ettikleri konuları varsa da ihtilaf ettikleri konular da vardır. Eşariler daha çok nakli delillere dayanırken, Maturidiler akli delillere daha çok dayanmışlardır. Eşariler, şeran bir delil olmadıkça eşyanın akıl ile idrak edilebilecek bir iyiliği bulunduğunu kabul etmezler. Maturidiler ise akıl ile idrak edilebilecek kendiliğinden bir iyiliğe sahip olduğunu kabul ederler. Maturidinin metodunda israfa kaçmaksızın ve tökezlemeksizin aklın büyük bir otoritesi bulunmakta Eşariler ile Mutezililer arasında bir yol izlediğini görürüz. Maturidi şeri delillerin irşadıyla akla dayanır.
Maturidi, Allah’ı bilmenin gerekli olduğunu idrak etmenin aklen mümkün olduğu görüşündedir. Fakat, kulların mükellef olduğu hükümleri bilemeyeceğini ifade eder. Maturidi varlıkların kendiliklerinden kötü olabileceklerini ve insan aklının birtakım varlıkların iyi veya kötülüklerini bilebilecek güçte olduğunu söyler.
Kulun yaptığı işlerde katkısı sadece (kesb) kazanmaktır. Kul bu hususta serbesttir. Kul sevaba ve cezaya bu kazanma vasıtası ile layık olur.
SELEFİYYÜN (Selefciler)
Hicri dördüncü yy. da ortaya çıkmışlardı. Bunlar Hambeli mezhebine mensub insanlardı. Bunlar bütün görüşlerinin selefiye inancını canlandıran bu inanca ters düşen görüşlere karşı savaşan imam Ahmet b. Hanbel’e ait olduğu savunurlar. Selefiler hicri 4. yy da tekrar ortaya çıkmış bu defa bu görüşü ibn. Teymiye ihya etmiştir. Daha sonra bu inanç hicri 12 yy de Muhammed b. Abdül Vahhab tarafından Arap yarım adasında tekrar ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde vahhabiler ve bir kısım islam alimleri de aynı görüşleri şiddetle savunmuşlardır. Hanbeli mezhebinde olan bu insanlar Allah’ın birliği meselesi üzerinde durmuşlar. Bu meselenin kabirlerle olan ilişkisini izaha çalışmışlardır. Müteşabih ayetler hakkında konuşmuşlardır. Kendilerine selefiye adını takanların metodları şöyle idi felsefi metodu kullanmamışlar inanç meselelerinin sahabeyi kiram ve Tabiin zamanında anlaşıldığı şekilde anlaşılmasını istediklerini ileri sürmüşler. İtikadi meselelerde Kur’an ve sünnete uymaya çalışmışlar. Alimlerin Kur’an dışında başka delillere baş vurmalarını engellemeye çalışmışlardır. Bunlar Vahdaniyeti islamın esası kabul ederler. Selefiler, Eşarilerle şiddetli tartışmalar yapmışlardır.
VAHHABİLİK
Arap yarım adasında ortaya çıkmıştır. Şahısların aşırı derecede kutsallaştırılması, ondan bereket umulması onları ziyaret ederek Allah’a yakın olunmak istenilmesi. Dinde bulunmayan bidatların çoğalıp dini törenlere ve dünyevi işlere hakim olması sebebi ile ortaya, bunlara karşı çıkan ibni teymiyenin mezhebini yeniden canlandıran Vahhabilik çıkmıştır. Kurucusu Muhammed b. Abdül Vahhabtır. Bu zat ibni Teymiyenin eserlerini incelemiş teoriden pratiğe çıkarmıştır. Vahhabiler ibadetini sadece Kur’anı Kerim ve sünneti seniyyenin beyan ettiği ve İbni Teymiyenin anlattığı şekilde yapılmasıyla yetinmeyip, örf ve adetlerinde tamamen islam çerçevesinde olmasını gerekli görmüşlerdir. Bu sebeple sigara içmeyi haram saymışlar bu konuda çok titiz davranmışlar halktan sigara içenleri Müşrik saymışlar. Bu davranışları ile büyük günah işleyen kimseyi kafir sayan haricilere benzemiş oldular.
Kendilerine muhalif olanlarla savaşa giriştiler çünkü bidatlara karşı savaştıklarına ve gerekliliğine inanıyorlardı. Suudi Arabistan’a hakim olan suud ailesinin dedesi muhammed b. Suud bu mezhebi kabul ederek aşırı bağlandı kılıç zoruyla halkı mezhebe davet etti ve bunu sünnetleri ihya etmek ve bidatları ortadan kaldırmak için yaptığını ilan ediyordu. Kuvvet buldukça şiddete başvuran ve saldıran karşılık gördüğünde ise bu düşünce Riad ve çevresini merkez seçmiştir. Ellerine geçirdikleri türbeleri yakıp yıktılar.
Hicaz topraklarında iktidarı ele geçirince bütün sahabeyi kiramın kabirlerini yıkıp, yerle bir ettiler. Putçuluk olmayan putçuluğa yol açmayan bazı basit meselelere takılıp kaldılar fotoğraf çektirmeye karşı çıkmışlardır. Bunlar bid’at mefhumunu şaşılacak derecede geniş bir anlam da yorumladılar hatta bazıları peygamber efendimiz demeyi bile bid’at sayarlar.
BAHAİLİK
Bu mezheb islam dininin temel prensiplerinden sapmış bir mezheptir. Kurucusu 1820 de İran’da doğan Mirza Ali Muhammed eş-Şirazidir.
Bu zat daha önce İsnaaşeriye mezhebine mensubtu. Fakat bu mezhebin sınırlarını aştı. Bu mezheb ile İsmailiyye mezhebinin sapık görüşlerini ve sebeiyye fırkasının Hulul fikrini birleştirdi. Böylece islam inancından çok uzak bir karma mezhep ortaya koydu. Bunlar mirzayı kaybolan imam adına konuşan tek kişi ona açılan tek kapı olması iddiasındadırlar. Ahiret gününe cennet ve cehenneme inanmazlar. Allah huzuruna çıkmanın ahiret gününün yenilenmekte olan ruhi bir hayatın sembollerinden başka bir şey olmadığını iddia ederler. Mirza Ali kendisinin geçmişteki bütün peygamberlerin temsilcisi olduğunu iddia eder. Yahudilik ve islamiyet, hristiyanlık birleştirmede ve aralarında herhangi bir fark gözetilmez. Mirza Ali, Allah’ın kendisine hulul ettiğini kendisinden sonrada başkalarına hulul edeceğini ilan eder.
Mirza Ali Hz. Muhammet’in peygamberliğinin son peygamber olduğunu kabul etmez. Ayrıca bazı harf ve rakamları kullanarak garip iddiada bulundu
Mirasta kadın ve erkeğe eşit haklar tanıyarak Kur’an-ı Kerim’e ters düşmüştür. Mirza Ali ölmeden önce Subihi Ezel ve Bahaullah adında iki mürit bırakmıştı. Subhi Ezele tabi olanlar çok azdı fakat, Bahaullaha tabi olanlar hayli fazla idi. Bu mezhebe Bahaullaha izafeten bahailik adı verilmiştir. Bahaullaha tabi olanlar onun insanların üstünde olduğuna inanıyor ve ona birçok ilahi sıfatlar veriyordu. Bahaullah kitaplarını doğuda ve batıda bulunan bütün yöneticiler gönderdi. İlah’ın kendisine girdiğini iddia ediyordu. Kur’an-ı Kerim in surelere ayrılması gibi yazdıklarını bölümlere ayırıyor ve onlara sure diyordu. Bu zat kendisine tabi olanları davasını desteklemeleri için yabancı dil öğrenmeye teşvik etmiştir. Yine bu zat islam şeriatının zamanının geçtiğini ileri sürmüştür. Renkleri, dinleri, ırkları ne olursa olsun insanları eşit saymayı davasının özü kabul etmişti. Bahailik ABD’nin büyük bir kısmına yayılmış Şikago’yu merkez edinmişlerdir. İslam düşmanları bu mezhebi islam ülkelerinde yaymaya çalışmaktadırlar.
KADİYANİLİK
Hindistan, Gazneli Mahmut’un fethi ile müslümanların eline geçmiş ve onlar tarafından idare edilmeye başlanmıştı. İslam hoşgörüsü hintlileri dinlerinde serbest bırakmıştır. Genellikle budizmin ve brahmanizm’in hakim olduğu hindular arasında islam dolaylı olarak tesir etmiştir. Bu dinleri birleştirmeye çalışanlar olmuştur. İslam dini putperest dinlere tesir ettiği gibi islamı yeni kabul etmiş olan bazı müslümanlar da putperestliğe ait bir kısım düşüncelerden etkilenmişlerdi. İngilizler Hindistan’ı işgal ettiklerinde Avrupa hıristiyan kültürünü de Hindistan’a getirdiler. Müslüman olan bazı insanların kalplerine bu kültür yerleşmeye başladı. Zaten bazılarının kafalarında Hinduizmin kalıntıları mevcuttu, özellikle İngilizler bu tip insanları idareciliğe getiriyorlardı. Bunlar müslümanları temsil ediyorlardı. İşte bu sebeple Hindistan da birtakım sapık guruplar ortaya çıktı işte bunlardan en güçlüsü kadiyaniliktir. Kurucusu 1908’de ölen Mirza Gulam Ahmet el Kadiyanidir. Gulam Ahmet Keşmil yakınlarında bulunan bir kabrin Hz. İsa’ya ait olduğunu iddia etti. Bunu tarihi olaylarla ispat etmeye çalıştı. Böylece Kur’an-ı Kerime ters düştü daha sonra yeni bir mezhebe insanları davet etmeye başladı. Ayrıca son yy. müceddidinin kendisi olduğunu iddia ediyordu. Hz. İsa’nın kabrini keşfetmekle Hz. İsa’nın ruhu ve kuvveti ona girmiştir, beklenen mehdi kendisidir, söylediği her şey doğrudur. İlahın kendisine girdiğini iddia eder bu görüşü Hristiyanlıktan almıştır. Ayrıca Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu iddia eder. Netice olarak gulam Ahmet’in görüşleri tamamen islam dışıdır.