Türkiye'nin En Kapsamlı Kitap Özetleri Web Sitesi |
Din - İslam
YOLDAKİ İŞARETLER
Yazan : Seyyid KUTUB
Yayınevi : Pınar
Baskı : İstanbul / 1992 / 208 shf.
BÖLÜM: 1
EŞSİZ BİR KUR’AN NESLİ
İslam davetçilerinin bütün zaman ve mekanlarda üzerinde uzun uzun durmaları gereken tarihsel bir mucize vardır. Bu tarihsel mucizenin davet yönelim ve yönteminde etkisi kesindir. Bu davet, İslam ve insanlık tarihinde eşine rastlanmayan sahabe nesli gibi seçkin bir kuşağı insanlar arasından ortaya çıkarmış bir davettir. Davetin yegane kaynağı Kur’an önümüzde, Allah Elçisinin (sav) fiili ve ameli sünneti de, tarih boyunca benzeri bir kez daha gelmemiş ilk dönem (sahabe) neslinin önünde olduğu gibi, bizimde önümüzde tek eksiğimiz Allah elçisinin kişi olarak aramızda olmayışı.(1-16) İlk dönemin eşsiz nesli, Kur’an’ın kendilerinin ve içinde yaşadıkları toplumun yaşamlarının her boyutunu düzenleyen Allah buyruğu olarak algılıyordu. Bu buyruğu da, savaş alanında aldığı anlık komutu yerine getiren asker gibi duyar duymaz yerine getirilmesi gereken bir buyruk olarak görüyorlardı.(2-18.19) İlk neslin yaşadığı dönemde kişi İslam’a girdiği zaman cahiliyye dönemindeki geçmişini İslam’ın eşiği önünde tamamen bırakıyordu.
BÖLÜM: 2
KUR’AN’İ YÖNTEMİN YAPISAL ÖZELLİĞİ
Kur’an’ın Mekke’de inen bölümü Allah elçisine 13 yıl boyunca tek meseleden söz etti, bu yeni dinde en temel, en büyük mesele olarak birincil meselenin çözümü ile işe başlıyordu. ‘AKİDE MESELESİ’ Akide meselesinin başlıca kurallarını ‘uluhiyet-ubudiyet’ ve bunların arasındaki ilişki oluşturuyordu. Kur’an’ın Mekke’de inen bölümü insana kendi varoluş sırrının yanı sıra onu çevreleyen varlık aleminin varoluş sırrını da açıklıyordu.(3-26) La ilahe illallah akidesi, insan benliğinin derinliklerine yerleştiğinde, onunla birlikte la ilahe illallahın temsil edildiği düzen yerleşmiş olur, bu düzenin, akidenin yerleştiği benliklerce memnun olunması gereken tek düzen olduğu belirginleşir, daha söz konusu nizamın detayları ve yasama yöntemleri etraflıca kendisine anlatılmadan önce, başlangıçta, bu sisteme boyun eğmiş olurlar. Başlangıçta teslimiyeti kabul etmek imanın bir gereğidir.(4-38) (5-39) İnanç sisteminin, yeniden kurulması aşamasının uzun süreli olması atılan adımların yavaş yavaş ve emin olması da mecburidir.(6-45) (7-50)
BÖLÜM: 3
İSLAM TOPLUMUNUN DOĞUŞU VE YAPISAL ÖZELLİKLERİ
Allah elçisi Hz. Muhammed (sav) sayesinde gerçekleştirilen İslam’a davet hareketi yüce elçiler yönetiminde yürütülen uzun süreli davet zincirinin son halkasını oluşturur. Bu hareket insanlara tek olan ilahlarını ve hak olan rabblerini tanıtmak, yaratılmışların rabblığını kaldırıp atarak, yerine tek olan rabblerine kulluk etmelerini sağlamak, (8-53) La ilahe illallah diyen herkes söz konusu cahiliye toplumu ile ilgili bütün ilişkilerini kesmeli, onun egemenliğinden çıkmalıdır.
BÖLÜM: 4
İSLAM’DA CİHAD
Resulullah peygamberlik görevi ile gönderilişinden itibaren 10 yıl boyunca savaşsız ve haraçsız sadece uyarma yöntemi ile davet etti insanları. Hicretten sonra kendisi ile savaşanlarla savaşması, bir köşeye çekilip savaşmayanlara dokunmaması, en son olarak ‘DİN’ Allah’a has kılınıncaya dek müşriklerle savaşması buyruldu.
Burada verilen savaş izni olağan üstü hallere özgü kılınmış bir izin değil, sürekli yürürlükte olan bir emir ve izindir.
BÖLÜM: 5
‘LA İLAHE İLLALLAH’ BİR YAŞAMA BİÇİMİDİR
Yalnız Allah’a kulluk yapma ilkesini La ilahe illallah şehadet kelimesinde ifade edilen, İslam akide rüknünün ilk yarısını meydana getiren kısmından öğreniyoruz. Bu kulluğun nasıl yapılacağını Muhammedun Rasulullah yani, Muhammed Allah’ın elçisidir, ibaresinde ifade edilen şehadet kelimesinin ikinci yarısından öğreniyoruz. Allah’ın insanlara neyi anlatmak istediğini öğrenebilmek ve anlayabilmek için onun kitabına ve resulün sünnetine başvurulmalıdır.
BÖLÜM: 6
KAİNATIN DÜZENİ
İslam, vicdanların derinliklerine yerleştirdiği inanç sistemini tek olan Allah’a kulluk etme temeline dayandırır. Bu kulluk ilkesini itikad, ibadet ve yasama sisteminde hayata geçirir. Ona somut bir varlık kazandırır. Zira kamil manada tek olan Allah’a kulluk etme prensibi, bu şekli ile La ilahe illallah kelimesinin ameli bir göstergesidir. Bu kulluğun bizzat Allah Rasulü’nden alındığının canlı göstergesi ise şehadet kelimesinin ikinci bölümünü oluşturan ‘Muhammedun resulullah’ ifadesidir. Allah’ın şeriatına bağlanmak, insan hayatı ve diğer kainata hükmeden ilahi düzen arasındaki zorunlu bağlantının bir gereğidir. Bunları insan hayatını düzenleyen şeriat ile kainat düzeni arasındaki zorunlu uyum izler.
BÖLÜM: 7
İSLAM: İŞTE MEDENİYET
İslam sadece iki tip toplum tanır. ‘İslam toplumu’ ‘cahiliyye toplumu’ İslam toplumu itikad, ibadet, şeriat(yasama ve yürütme), sosyal ve siyasal nizam, ahlak ve yaşama biçimi olarak İslam’ın uygulandığı, yaşanıldığı toplum tipidir. Cahili toplum ise, İslam’ın uygulanmadığı ve inanç sisteminin (İslam akidesinin), düşünce yapısının, değerlerinin, ölçülerinin, sosyal ve siyasal sisteminin, ahlak ve yaşama biçiminin yürürlükte olmadığı bir toplumdur. İslam toplumu tek ilahın hakim olduğu, insanların kula kulluk zilletinden kurtulup tek ilaha kulluk etme izzetini kazandığı, tek örnek toplum tipidir. Sadece İslam toplumu zencinin, beyazın, kızılın, sarının, arabın, rumun, iranlının, habeşlinin ve yeryüzünde yaşayan tüm bu insanları tek bir ümmet halinde bir araya getirebilmektedir.
Bir toplumda aile toplumun çekirdeğidir. Bu aile çalışma konusunda eşler arasındaki iş bölümüne dayanır, ailenin en önemli görevi meydana gelen nesli korumak ve kollamak olursa işte böyle bir anlayışa sahip bir toplum medeni bir toplumdur.
BÖLÜM: 8
İSLAM DÜŞÜNCESİ VE KÜLTÜR
Müslüman bir kimse inançla, varlıkla ilgili genel düşünce, ibadetler, ahlak ve davranış biçimleri, değerler, ölçüler, prensipler, siyasi, iktisadi ve sosyal kurumları düzenleyen temeller, insani faaliyetlerin dinamikleri ve insani tarihin hareketlerinin yorumu… ile ilgili hakikatlara özgü kılınmış bütün işlerde rabbani kaynaktan başka bir kaynağa başvurma hakkı yoktur.
Fakat kimya, fen, astronomi, tıp, zanaat, tarım, yönetim biçimleri, sanatsal çalışma yöntemleri, savaş teknikleri bunlara benzeyen pozitif konularda hem Müslüman hem de gayrimüslim olan birisinden bilgi edinilebilir. Aslında İslam toplumu kurulur kurulmaz bütün bu bilim dallarında bu branşlarda yeterli derecede uzman eleman yetiştirilmesi farzı kifayedir. Çünkü bunlar Allah Rasulü’nün ‘siz dünyanızla alakalı işleri daha iyi bilirsiniz’ mealindeki hadisin kapsamına giren işlerdir.
BÖLÜM: 9
MÜSLÜMANIN UYRUĞU VE İNANCI
İslam yeni değerler, yeni kabuller ve bunların alınacağı ölçüler getirdiği gibi insanlar arası ilişkiler konusunda da yeni bir düşünce yapısı sunmuştur insanlığa. Herşeyden önce İslam insanı Rabb’ine yöneltmek, onun iktidarını, değer ve ölçülerinde yegane kaynak bellettirmek varlığını ve hayatını O’ndan aldığını, insan arası bağlantılarda ve diğer bağlantılarda tek başvuru kaynağının O olduğunu, bütün bunların O’nun iradesi sonucu meydana geldiğini öğretmek için gelmiştir.
Darü’l İslamda, Müslümanı İslam ümmetinin bir üyesi yapan İnanç (akide) biçiminden başka bir uyruğu, bir milliyetçilik anlayışı kesinlikle yoktur. İman bağı sayesinde kabilecilik, milliyetçilik ve bölgecilik asabiyetleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. Nitekim Allah Rasulu şöyle buyurmuştur: ‘Bu tür kavramları terkedin artık, çünkü bunlar kokuşmuş kirli kavramlardır.’ O eşine benzerine tarihte rastlanmayan ilk topluluk arasında bakın kimler vardı ve hangi etnik kökeni taşıyorlardı. Hz. Ebubekir Arab asıllı, Bilal Habeşli, Suheyb Yunan asıllı, Selman Fars(İran) asıllı… Bunların hepsi farklı iklimlerin farklı ulusların insanları olmalarına rağmen hepsi birbiri ile kardeş olmuşlardır.
BÖLÜM: 10
UZUN SÜRELİ BİR GEÇİŞ DÖNEMİ
İslama davet, ilk dönemlerde, bugün olduğundan daha güçlü daha şanslı bir konumda değildi. Aksine o, cahiliyye tarafından yadırganan bir bilinmez, halkının soylu ve iktidar sahiplerince dışlanıp sadece Mekke’nin sınırları içerisinde orasının en güçsüz halkı ile kuşatma altına alınmış, dünyanın her köşesinde garip kalmış bir düşünce, bir hareket idi. Bütün ilkelerini ve geçekleştirmek istediği amaçlarını yadırgayan ultra güçlü imparatorlukların kuşatması altındaydı. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen fikri yönden o gün en güçlü pozisyonda idi. Aynı şekilde bugün de yarın da hep güçlüdür. Onu güçlü kılan hakiki manada unsurlar, bizatihi onun Akide (inanç sistemi) sinin doğal yapısından kaynaklanıyordu. Biz insanları islama davet ediyoruz, çünkü onları gerçekten çok seviyoruz, gerçekten onlar hakkında en hayırlı olanı istiyoruz. Bize onca işkence yapmalarına rağmen, haklarında gerçek niyetimiz budur. Çünkü İslam’a davet edenlerin doğal yapısı (karakteri) budur. Davetin temel dinamikleri de bunlardır.
BÖLÜM: 11
İMANIN YÜCELİĞİ
Dinden, erdemden, yüksek değerlerden, önemli gayelerden kısaca temiz ve estetik olan her şeyden uzaklaşmış bir toplumda inanan kimse imanını ve dinini kor ateşi elinde tutar gibi tutmak, öylece korumak durumundadır. Ötekiler ise onun bu tutumunu, düşünce yapısını, değerlerini gülünç bulur, onu alaya alır ama bütün bunlar karşısında Mümin onların bu gırgıra almalarına ve gülmelerine karşı metanetini yitirmez, güçsüz olduğu duygusuna kapılmaz. Öteki durumlarda olduğu gibi bu durumda da o gibi kimselere tepeden bakar. İnanan kimse değerlerini, düşüncelerini, ölçülerini insana dayandırmaz. Bu nedenle insanların kendisini yanlış anlamaları karşısında üzüntüye kapılmaz. Allah onun için yeterlidir. Rabbi ile bağlantısı olan hak ölçülerine ve kainatın pınarlarına sahip kimsenin kendisini yalnız hissetmesi, güçsüzlük psikolojisini yaşaması mümkün değildir.
SON SÖZ:
ALAHIN DİLEDİĞİ MUTLAKA OLUR.
Mücadele sürecinde çekilen acılar ve verilen kurbanlar karşılığı olarak değil… kesinlikle… çünkü dünya karşılık verme yeri değildir. Sadece Allah’ın davet görevinin onun takdiri gereğince tebliğ edilmesi onun davasının ilahi yönteminin (şeriat) bizzat kendi seçtiği kullar tarafından onun dilemesiyle yerleştirildiği yerdir. Böylesine bir anlam taşıyan seçilme olayı dünyasal ödül olarak Müminlere yeterlidir. Bu ödül yanında dünyasal nimetler, yaşam boyunca karşılaşılacak sevinçler acılar basit kalır.