Türkiye'nin En Kapsamlı Kitap Özetleri Web Sitesi |
Kuran - Hadis
RASULULLAH'IN DİPLOMATİK MÜNASEBETLERİ
Yazar : Av.Dr.Abidin SÖNMEZ
Yayınevi : İnkılap
Baskı : İstanbul / 1984 / 304 shf.
Giriş:
Sulh kelimesi fesadın zıddıdır. İyi olarak, uygun olarak iki tarafın anlaşması aralarının düzelmesi manasına gelir.
Musalaha ise davacı ile dava arasındaki husumeti ortadan kaldıran bir akittir. Musalaha taraflar arasında emniyet sağlar ve her iki tarafı da birbirine saldırmaktan men eder.
Asr-ı saadette Resulullahın akdetmiş olduğu musalahalar Kur'anda harp ve sulh hukukunu ilgilendiren ayetlerin tefsiri mahiyetinde olup Hz.Peygamberin kavli ve fiili sünnetidir. Ahd; kökünden alınan muahede kelimesi ahidleşmek, ahd ise yeminle teşvik edilen akit, söz verilen hususu her halükarda korumak demektir. Muahede ise sulh şartlarını bildiren muhasim taraflarca kabul edilerek imza edilen belgedir.
Ahd ve Akid ise teşvik olunmuş ahd yani bir şeyi diğerine sağlam surettet bağlayan düşüm demektir. Hz.Peygamber sağlığından gayri müslim kabile veya devlet yönetimleri ile sulh musalahaları akdederken şüphesiz ki dayandığı kaynak Kur'an olmuştur. Bununla beraber Kur'an da olmayanlar hükümler de sünnetine göre hareket etmiştir. Asrı saadette musalahalara esas olan sözü edilebilecek üçüncü kaynak ise örf ve adetlerdir. Bir kısmını kaldırmışken bazılarını ise hal üzerinde bırakmıştır. İlk etapta Resulullah'ın musalahaları bunlara dayanırken daha sonra zamanla ilaveten İslam hukukçularının içtihat ve reyleri, icma ve kıyas, hakem kararları, komutan, amir ve hakemlere verilen resmi talimatlarda eklenmiştir.
Musalahayı Hazırlayan Şartlar
Karşı tarafta İslam Devleti arasında musalaha yapılması için bazı şartlar vardır ki onlar; Gayri Müslimlerin sulh ve barış yoluyla bir musalaha akdederek İslam Devletinin hudutları içinde yaşamak zorunda kalmaları.
Bir gayri müslim devletin İslam Devleti ile harbe girip harbin neticesinde teslim olması ve boyun eğmesi. Hiçbir zorlayıcı bir sebep olmaksızın sırf İslam Devletinin himayesi altına girmesini kabul ederek kendisiyle bir sulh muhadesi akdetmesi.
Şu hususa dikkat etmek gerekir. ki bu hükümler zamana ve zemine göre ele alınan hükümler bir kendi isteğiyle sulh isteyen ve bir de savaşta yenilen bir devlet için aynı muamele yapılmaz. Bu hususlarda hangisi olursa olsun Himayeyi kabul eden devlet zımmi sayılır. Bu durumda can ve malları korunur ve karşılığında cizye ödemek zorunda kalır. Musalaha unsurları ise; İslam hukukunda muahedeni şartları yani akd açık ve belirli manaya sahip olup yapılan anlaşmalarda tamamen her iki tarafın rızası öngörülür. Muahedenin taraflarından birinin muvaffak ettiği karşı tarafa ulaşırsa buna "icap", diğer tarafın buna muvaffak etmesine "kabul" denir.
Denildiği üzere rıza, şarttır bu ister sulh yoluyla ister zorlayıcı yollarla olsun önemli olan rızanın varlığıdır. Rızanın varlığının yanı sıra imzanın da çok büyük önemi vardır. Tastik yetkisi olanlarca imza edilmedikçe anlaşma hiçbir hüküm ifade etmez. Nitekim Hz.Peygamber yabancı hükümdarlara mektup göndermeye karar verdiği vakit H 6. senesinin sonlarına doğru mühür kullanmaya başladığı ittifakla ifade edilir. Hz.Peygamber Dümet-ül Cendel Reisi Ukeydir ile bir muahede akdettikleri zaman muahede metninin altına parmağı ile mürekkepten bir çizgi veya işaret koyduğu nakledilen rivayetler arasındadır.
Şeybani ve diğer İslam hukukçuları Bakara suresinin 282. ayetinde ve Hz.Peygamberin sünnetine dayanarak sulh muahedesinin yazılı olması gerektiğine kani olmuşlardır. " Birbiriniz, emin bulursanız kendine güvenilen kimse üzerindeki emanet borcu sahibine ödesin." Ayetinin ibaha ve irsat için olduğunu beyan etmişlerdir.
Sürenin Belirlenmesi:
Taraflar arasında kararlaştırılan muahedenin yazılış ve yürürlüğe giriş tarihi ve muahede süresinin açıkça belirtilmesi ileri sürülmüştür.
Hz.Peygamberin yaptığı sulh muahedelerine de bazılarının süresinin sınırlanmış bazılarının ise tahdit edilmeyenlerinde olduğu görülmüştür. Gayri muayyen süreli olanlar mezkur ayete istinaden 4 ay önce haber verilmek suretiyle feshedilmesi cihetine gidilmiştir. Müddete bağlı olan muahedelerde müddet bitmedikçe herhangi bir husumet belirtisi gösterilmez. Bu durumda şu hadis aktarılır; “Her kim bir kavimle anlaşma yaptıysa müddeti bitinceye kadar ( bu ipin ) üzerine bir düğüm düğümlesin ve onu çözmesin."
Musalaha Yapma Yetkisi:
Yapılan musalahalarda yetki meselesine gelince, her zaman tastik mercii hazır vaziyette bulunmayabilir. Bu durumda mudahedeler devletlerin temsilcileri tarafından müzakere edilecek muvakkaten karara bağlanır. Bu görüşme esnasında salahiyet dışı mesele görüşülmez veya yetki istemek üzere ilgili makama müracaat edilir.
Heyetler verilen talimata uygun şekilde hareket etmemişlerse ve yetki sınırlarını aşmışlarsa bu gibi durumlarda tasdik işlemini reddedilmesi ve yapılan muamelenin hükümsüz ve geçersiz olacağı tabidir. Netice; Hz.Peygamberin ve halifelerin seçtikleri delegelerce yürütülen sulh görüşmeleri sonunda son şeklini alan sulh şartlarını onaylamaları vekil yada temsilcinin yetki sınırlarını aşıp aşmadığının denetiminden ibaret bulunmasıdır ki, onun koşul veya tasdiki musalaha onaylama anlamına gelir. Yetkili makamın onaylaması ile de bütün müslümanları bağlayıcı nitelik kazanır.
Modern hukuk sistemlerinde de muahede yapmak yetkisi ile onay yetkisi daima birbirinden ayrı olarak değerlendirilmiştir. Osmanlı Devletinde muahede padişah adına vezir, sadrazam, kazasker vb. tarafından müzakere parefe edilmiştir. Muahedenin onaylanmasında doğrudan doğruya padişaha aittir. Görüldüğü üzere hemen hemen her devirde bir tasdik mercii söz konusu olmaktadır. Ancak bu tasdik mercii, aynı zamanda sulh şartlarını görüşme yetkisine de sahip olabilir. Peygamber efendimiz musalahada lisan ve yazı usulüne ayrı bir önem vermiştir. Göndereceği elçilerin o dili konuşmalarına emniyet ederdi. Mesele Yahudilerle yapılan muahedelerde katiplerine İbranice öğrenmelerini emretti.
Hukuki metinler beşer yapısı oldukları için zamanla taraflar arasında yeni bir takım anlaşmazlıkların olması muhtemeldir. Mustahen tarafları onun bazı maddelerinin kendi çıkarlarına uygun düşecek biçimde yorumlamaya kalkışabilirler. İşte bu durumda başka isnadatına kalmasına meselenin halli için musalaha kurulacak bir komisyona havale edilerek halledilir, veya muahedeye dahil olması suretiyle gerçekleştirilir.
Hakemlerin Dikkat Edecekleri Hususlar:
A- Kelimelerin tek tek incelenip kelimenin tabir ve mufat arasında metinin içinde yeni bir mana çıkmıyorsa inceleme durdurulur. Yeni manalar çıkarsa diğer usullere başvurulur.
B- Burada sözleşmenin mahiyeti, gayesi, hükümleri, hazırlanışı ve kabul ediliş usulü nazar itibara alınır. Yeni mana buna göre biçimlendirilmiştir.
C- Bir vesikayı batıl hale sokan yorum tarzını kusur etmemek prensibi musalahada hal ve şartların icabına göre gerekli tadilat yapılacağına dair. Her hangi bir kayıt ulunmayabilir. Bu gibi durumlarda tadil isteği tarafların her hangi bir tarafından gelebilir. Bu isteğe karşı taraf rıza gösterebilir.
İslamın asıl maksadı sulh içinde yaşamak olduğu için düşmanlar akdedilmiş olur. Musalaha şartlarına dikkatle ve titizlikle riayet edilmesi istenmiştir. Nitekim Hz.Peygamber "İslam da Hilt yoktur, hilt cahiliyededir. buyurmaktadır ve Cenab-ı Hak vefayı müminlerin sıfatlarından saymıştır. Ve ters düşen herhangi bir hususta ise yüz tane şart kılınmış olsa bunun batıl olacağını haber vermiştir. Efendimizin işte bu madde daha başlangıçta batıl olacağından Hukuki bakımdan bağlayıcı niteliği yoktur. Bunun dışında bile aleyhte bile olsa uyulması vecibedir.
İslam dini ahde vefa görüşmelerini sülalelerden ısrarla istemiştir. Ancak öyle durumlar olur ki bu vaziyette hala musalaha şartlarına bağlı kalmak büyük bir haksızlığa sebep olabilir. Bunun için karşılıklı hak ve mesuliyet ihtiva eden muahede de çeşitli sebeplerle fesh edilebilir.
1-) Musalahadan Makzi; bir müslüman devlet hiçbir zaman karşı taraftakilerin gayri müslim olduğunu ileri sürerek eline fırsat geçtiği zaman sulh akanı bozma cihetine gidemez. Çünkü onun ahdi Allah içindir ve ona sadık kalmalıdır. Hatta müslüman devletin zaruret altında İslam nizamına aykırı olarak akdetmiş olduğu muahedeler zaruret devam ettiği müddetçe muteber sayılır. Akit tarafın ihaneti her zaman açık olmayabilir. Fakat hal ve davranışlardan onun muahede bozma eylemi olduğu sezilebilir. Bu durumda kendilerine yazılı veya sahafi olarak önceden haber verilmek suretiyle belirli bir süre içinde aralarındaki sulh akdine son verilebilir.
2-) Belirlenen müddetin sonunda fesh hakkı ; taraflar arsında yapılan muayedeler belirli bir süre ile sınırlı olamaya bilir. Bu gibi hallerde muayedeyi sona erdirmeksizin tarafların muahadenin şartlarına riayet etmesi kaydıyla müddetin itamını beklemek gerekir.
3-) Müddete bağlı olamaksızın fesh hakkı; İslam devleti ile diğer haşim taraf arasında sırf muahede yapıldıktan sonra akdin tarafları kim olursa olsun onu haber vermeksizin bozmaya kalması ve muahedeyi feshetmesi taraflardan diğerine ihanet olacağı için haramdır. Ancak muahedeler esnasında istendiği zaman muahedenin tek taraflı olarak belirli bir süre önce haber verilmek suretiyle feshedileceğine dair hüküm yer alabilir. Bu durumlarda bir mesuliyet söz konusu olmamaktadır.
Diplomasi ; gerek Resulullah (sav) gerekse diğer devrelerde bir yardımcı unsur olarak müracaat edilmiştir.
4-) Elçiler: İslam devletide diğer gayri müslüman devletler ve kabileler arasında münasebetler genellikle elçiler vasıtasıyla görülmüştür. Resulullah'ın göndermiş olduğu elçilerine gelince bunların hadis yanılmasına katkıları oldukça fazladır. Çünkü onlar daha ilk devirlerde gitmiş olduğu ülke liderlerine ve halkına sadece Hz.Peygamberin hususi bir mesajını iletmekle kalmamış aynı zamanda onun kavli, fiili ve hatta taktiri sünnetine ilişkin pek çok hususlarını da nakletmişlerdir.
5-) Peygamberin seçtiği elçiler halim, selim kimselerdi. Hitabet kabiliyetleri çok fazla, belagat ve fesehat sahibi idiler. Hasmını ikna kabiliyeti kuvvetli deliller getirme özelliklerine sahip gönderildikleri ülkenin lisanına vakıf idiler. İslamda " elçiye zeval olamaz" sözü devlet politikası haline gelmiştir.
a- Elçilerin can ve mal emniyeti; elçiler sadece kendi can ve mal emniyeti temin etmekle kalmamakta aynı zamanda beraberinde bulundukları kimselerinde şahsi masuniyetten faydalanırlar ve asla öldürülmezler ve ancak fevkalade hallerde ( casusluk şüphesi ) göz altında tutulabilirler.
b- Elçilere iyi muamele edilmesi
c- Elçilerin din ve vicdan hürriyetleri
d- Elçilerin gümrük muafiyeti
Elçilerin kabulü; Sahabelere bir elçinin nasıl ağırlanmasını öğretiyorlardı. Çünkü gelen elçiler çoğunluğu putperest yada ehli kitap idi .Ancak her ikiside kendi ananelerine göre amirlerin önünde secde ederlerdi durumu bilmedikleri için aynı şeyi Hz.Muhammed’in(sav) huzurunda da yapmakta idiler. Bunun bertarafı için önceden büyük çaba harcamak gerekliydi ve bu çaba harcanırdı.
Kabul yeri ve kıyafeti; Hz.Peygamber’in diplomatik manada elçileri kabulü Medine devletinde başlamıştır. Kendisi Medine’de bulunduğu zaman utadı üzere Cami-i Kebirde elçileri kabul ederdi. Karşılama sırasında daima güzel elbiseler giyerdi.
Resulullah’ın elçilerinin hediyelerinim kabulü;
Nasıl kendisine gönderilen elçilerin getirdikleri hediyeleri kabul etmiş ve kendilerine hediyelerini takdim etmiştir. Ama asla sadaka kabul etmemiştir. Ayrıca kabul ettiği hediyelere doğrudan doğruya devlet hazinesine giderdi.
Resulullah’ın elçilere hediye takdimi;
Resul hususi elçiler vasıtasıyla İslam’a çağırdığı yabancı hükümdarlar kendisi hiçbir suretle hediye göndermemiştir. Nebi (as)'in vefatı sırasında vasiyet ettiği ilk şeyden birini ise benim kendilerine hediye verdiğim gibi hediye veriniz şeklindeki tavsiyesi olduğunu bildirmiştir. Genellikle çeşitli vesilelerle kendisine hediye gönderen devlet ricalinin hediyelerinden diğer ülke elçilerine hediyeler verirlerdi.
Devam edegelen kin ve husumet ortadan kaldırarak savaş etmemiştir. Çünkü kurmayı tasarladığı şehir devleti ancak bu şekilde vücut bulabilirdi. Bu maksatla çeşitli etnik gruplarla müşaverede bulundu. İkili ayrıklıklara önem vermedi. Bu birliği sağladıktan sonra muhacirler Evs ve Hazrec kabileleri ile Yahudi kabileleri arasın federatif bir devlet kuruldu. İdare edenlerle edilenlerin hak ve vecibelerini teferruatıyla açıklayan bir vesikayı da bu devletin ilk anayasası olarak ilan etti. İbn-i İshak bildirdiğine göre Resulullah(sav) Medine 'ye hicret ettikten sonra ilk önce ensar ve muhacirler arasında bir sözleşme addetmiştir. Daha sonra ise Yahudilerle müslümanlar arasında kardeşiliğe ilişkin hususlar görüşülüp kesin olarak karara bağladıktan sonra diğer gayr-i müslimlere karşı hak ve vecibelerin müzakeresi yapılmıştır.
Hukuki Durumu:
Pek çok müellif bu vesikanın dünyada vücuda getirilen ilk anayasa olduğunu savunmaktadır. Bu incelendiği zaman bu modern bir hukuk sistemidir. Anayasa düzenlemesine ait temel esasları eksiksiz olarak ihtiva etmektedir. Yahudi kabilelerinin başına gelen hadiselerde askeri ve hukuki bakımından aşağıdaki neticeleri çıkarmak mümkündür.
a- Ahd yapılan devletin sulh bozmasına ilişkin haberlerin öğrenilmesinden sonra kendisine karşı düşmanca tavır takınılması
b -Bir ordu kumandanı harb esnasında gelebilecek her türlü tehlikeyi gözden geçirmesi ve gerekli tedbirleri zamanında alması
c- Her elçinin yetki verilen hususlarda konuşması diğer hususlarda susması
d- Hakem kararını verirken hukuk prensiplerine bağlı kalması tarafların kesin muvafakatını ve rızasını almayı ve diğer musalahalarda sulh önünde bulundurmayı ihmal etmeyecek.
e- Bu nazik durumda ve maslahatın gerektirdiği hallerde karara merciği karara verme yetkisini taraflarda güvenini kazanmış olan bir zata veya heyete devredebilecek
f- Muahedenin ahdi bozulduğu vakitte harb olduğunu ve onlara karşı ehli harbe ait ahkamın uygulanacağına dair bir tebligat müşahede edilmektedir
g- Ahdi bozana karşı imamın tam bir serbestiyete sahip olduğunu dilediğini sürebileceğini, öldürebileceğine cevaz olduğuna şahit oluyoruz.
e- Nihayet İslamı kabul edenlerin İslamın himayesi altına girdiklerinde can ve mal emniyetlerini sağladıklarını görmek mümkündür.
i- İster kadın isterse kadın olsun yenilen tarafın katledilebileceğine bunların dışındakilerin çocukların, masum kadınların, yeni harbe iştirak etmemiş olanlar katledilmeyecek, esir edilebileceklerine müşahede etmekteyiz.
j- Yahudiler Resulün şahsına kastetme girişimleri olmasına rağmen onları sürgün etmemeleri fakat İslam devletine kastetmesi söz konusu olduğu zaman affedilmemeleri dikkat çekicidir.
Hudeybiye:
Hudeybiye’de imza edilen musalaha dış görünüşü itibariyle bir takım ağır şartlar ihtiva ediyordu. Peygamberimiz ashabı kiramın hoşnutsuzluğuna sebep olan böyle bir musalahayı kabul edip imzalarken kendi iradesiyle mi hareket etmişti.
Çoğu alime göre musalahamenin kabulü ve imzalanması vahye dayanmaktaydı ve Hz.Peygamber ashabının üzüntüsünü görünce; Hz.Osman Mekke'ye elçi gider. Şehit edildiği haberi gelince Mekke’deki müslümanlar toplanıp Resullullah’a biat eder; bu vaka İslam tarihinde Beyat-ı Rıdvan diye bilinir ki Cenabı Hakk'ı bile Mehtü senasına mazhar olmuşlardır "müminler ağaç altında sana biat ederlerken Allah o mü'minlerde razı oldu" bu beyat Kureyş tarafında duyulmuş ve sulh müzakerelerine Resul davet edilmiştir. Şartlar ise hicret eden kadınların iadesi gibi çok ağır şartlar içermekteydi. Sonuçları, ise Resulullahın Hudeybiye’ye 400 kişi olarak girmesine karşılık Mekke'ye 10000 kişiyle girmiştir.2 sene içinde artış hızını görmek mümkündür. İşte bunu için Fetih suresince Cenab-ı Hakkın müessir kıldığı Fethi mübin Hudeybiye zaferinin ta kendisidir denilebilir.
Çünkü Hz. Peygamberin silahsız, mühimmatsız bir kısım ashabı ile birlikte Mekke’nin harimi dahiline varıp Hudeybiye'yi karargah seçmesi, en azılı düşmanına karşı Beyat'ı Rıdvan yapması ve onları sulh istemeye bırakması en parlak bir zaferdir, kan dökülmeden kazanılan gerçek bir zaferdir.
a- Rasul’un(sav) azim ve kararlı tutumu
b- Sahabenin Rasul’e sadakatle bağlılığı
c- Resul’ün kesinlikle harp etmemek niyetinde bulunması
d- Kureyş’in göndermiş olduğu temsilcilerin önünde sahabe bağlılığının gösterilmesi
e- Beyat'ı Rıdvan hadisesi
f- Kureyş’in daha önce harplerde müslümanların gücünü bilmeleri
g- Yapılan harpler neticesinde Kureyş’in zayıf düşmüş olması ve ticaret yollarının kapanması
h- Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi elebaşılarının ölmüş olmaları
ı-Kureyş kabileleri arasında hoşnutsuzluk baş göstermesi ve Resul’ün Kureyş’e yapmış olduğu yardımı ve tutumu Hudeybiye anlaşmasına zemin hazırlayan sebeplerdendir.
Resul’ün Hudeybiye barışından sonuna kadar değişik tavırlar içinde görmekteyiz. Kureyş tarafından gönderilen delegelerin mizacına göre tavır takınmakta kimisine karşı sert, kimisine karşı yumuşak davranmakta ve kararlı tavırlarıyla tam bir şecaat örneği göstermesine rağmen İslamın temel prensiplerini zedelemeden gerekli esneklik göstermesi takdire şayandır. Resulullah’ın Kureyş ile olan münasebetleri siyasi bir vesika ile karara bağlandıktan sonra siyaset ve harp meydanında tam bir canlılık baş göstermiştir. Kısaca söylemek gerekirse Hudeybiye musalahası büyük bir fetihtir. Siyaset sahasında elde edilen fetih ise harp sahasındakinden daha büyüktür. Bunun için cenab-ı hakkın övgüsüne mazhar olmuştur.
Netice
Hz. Muhammed (sav) risaletinin başlangıcından sonuna kadar 23 sene boyunca mülkün gerçek sahibini tanıtmaya ve onun prensibini yeryüzüne hakim kılmaya çalışmıştır. İnsanları saadet ve selamete çağırırken nice sıkıntılarla karşılaşmış nice binlerce cefa içinde safa nimetini derlemiştir. Kararan kalpleri Kur'an nuruyla aydınlatmış ilahi feyzin bereketiyle mana aleminin hikmetli pencerelerini aramıştır.
Ebedi kurtuluşa erebilmeleri için bütün insanlara ve cinlere saadete çağıran ellerini uzatmıştır. Necaşi gibi ona tutulanlar selametle sahile çıkmışlar, Kisra ve Herakliyus gibi ondan yüz çevirenlerde nefislerinin gönüllerine taht kurdukları putları ile birlikte küfür karanlıklarında boğulup gitmişlerdir.
Kurtarıcı mesaja kulak verenler sağırlıktan kurtulmuşlar ; hakkın nurunu görenler bir daha kör olmamışlardır. Kalp gözleri açılanlar gönül penceresinden nice binlerce alemi müşahede edebilme nimetini elde edebilmişlerdir.
İşte "bütün alemlere rahmet olarak gönderilen" Hz.Muhammed, bütün cihanın ilahi lütfa mazhar olması için çalışmış merhametini Arap ve aceme, ins ve cin herkese ulaştırmaya gayret etmiştir. Davetine icabet edenler kurtuluşa ermiştir, davetinden yüz çevirenlerde bedbaht ve perişan olmuşlardır.
Hidayeti istemeyene hidayet verilmez. Doğru yola yönelmeyene yol gösterilmez. Hakkı aramayan onu bulamaz. Haktan yüz çeviren iki cihanda da perişan olur. Resulullah risalet vazifesinin gereği olarak, herkesi Haktan haberdar etmiş fakat kabul edip etmemekte kendilerini vicdanları ile baş başa bırakmıştır.
İslam davetini kabul etmeyenlere sulh yapmak üzere elini uzatmıştır. Ancak bundan da yüz çevirenlere haddini bildirmekten başka çare kalmamıştır ki, işte Resulullah’ın yapmak zorunda kaldığı savaşlar, Allah’ın mülkünde onun hakimiyetini teessüsü etmek için vuku bulmuştur.
Hz.Muhammed’de her fani gibi vefat etmiş ve ilahi rahmete kavuşmuştur.
Ancak Onun risaleti ilk geldiği günkü gibi saf ve tazeliğini muhafaza etmektedir .çünkü onun diğer peygamberlere nazaran farklı ve kıyamete kadar devam edecek bir mucizesi vardır ki oda Allah kelamı Kur’an’dır. Onun ümmetinin her biri ise kedisinin havarisidir(yardımcısıdır). Resulullah’ın uyguladığı metotlarla sulh ve davet görevi kıyamete kadar devam edecektir. İyiliğe çağırılacak ve kötülükten sakındırılacaktır. Resulullah’ın her halinin bütün Müslümanlara örnek olduğu Rab lisanı ile haber verilmiş ve şöylece buyrulmuştur: " Andolsun ki Resulullah ta sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisal) numunesi vardır."
Öyle olunca İslamın temelini teşkil eden sulh ve davettede onu kendimize örnek edinmemiz gerektiği gayet tabidir.