Türkiye'nin En Kapsamlı Kitap Özetleri Web Sitesi |
Tarih Biyografi
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE ESERİ
Yazar: İhsan Kasım SALİHİ
Üstad, çöküşe meyletmiş Osmanlı Devleti'nin sonlarında Sultan Abdülaziz devrinde doğdu. Düşmanların bu devleti yok etmek için üzerine çullanmalarını yaşadı. Sultan 2. Abdulhamid'in siyasi dehasıyla Müslümanları elinde tutmasını başaran fakat düşmanların daha önceden başlattıkları gizli toplantılar ve kongreler sonucu büyüyen bunalımlara engel olunamayışını ve padişahın ittihatçılar tarafından tahttan indirilişini gördü. Sultan 2. Abdülhamid'in meşhur yahudi Emanuel Karasso`ya karşı sıkı tutumundan dolayı `Kızıl Sultan' ‘Hunhar' ve `Cellat yakıştırmalarına şahit oldu. İttihatçıların Sultan Mehmet Reşat'ı tahta çıkarttıktan sonra istedikleri politikayı onaylattıklarına, icraat makamı ve komutanlıklarına yavaş yavaş atılmalarına ve böylece Müslümanları dosdoğru dininden uzaklaştırarak peyderpey Avrupalılaştırmalarına ve daha nicelerine şahit oldu. Osmanlı yıkıldı ve hürriyet savaşıyla Türklerin yeniden istiklallerini kazanmalarına fakat Müslümanların inkılaplarla tek partililerin Türkleri dininden uzaklaştırma çabalarını gördü . İşte bunlara dur diyecek birisi lazımdı. O'da kendisi idi. Milletin hayatındaki bu tehlikeli virajda ve içtimai hayatı tamamen sarsan bu korkunç fırtınaların önünde, Bediüzzaman da, ümmet'i islamiyenin üzüntülerini yüklenerek ve siyaset mahfillerinden uzak bir şekilde kendisini, hayatını ve vaktinin her anını adadığı bir yüce vazifeyi omuzlamak üzere ortaya çıktı. Gayet nazik ve zor şartlarda Risale'i Nur'un te'lifı ve ümmetin çeşitli tabakaları arasında yayılmasıyla meşgul oldu. Gayesi, bununla iman ve canlılık fışkıran tam İslami bir topluluk oluşturmaktı.
ÜSTAD'IN HAYATINDAN ANEKDOTLAR
Babası Mirza efendi, haram tatmamış ve çocuklarına tattırmamış örnek bir takva sahibiydi. Öyle ki, hayvanlarını meradan getirirken başkalarının ekinlerini yememeleri için ağızlarını bağlardı. Annesi Nuriye Hanım'da çocuklarını abdestsiz emzirmediğini söylerdi.
Kendisinin bir hatırasında belirttiğine göre, -çocukluk dönemin bir defasına aklına şöyle bir soru gelir:'Sana bir milyon sene dünya saltanatı ve ömür verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin?
Yoksa baki fakat adi, meşakkatli bir vücudu mu istersin?' diye hayaline sorar. Bakar ki hayalinin cevabı şu olur:'Cehennemde de olsa beka isterim.
Tenezzülü kaldırmaz, haksızlığı kabul etmez ve zulümden nefret ederdi. Üstad'a `Bediüzzaman ` lakabı verildiği dönemlerde Van'da ikamet ederken mahalli gazetelerde bütün vücudunu ve ruhunu sarsan bir haber okudu. İngiliz bakanlardan Gladson, Avam Kamarasında, eline bir Kur’anı Kerim alarak şöyle diyordu:'Bu Kur'an Müslümanların elinde bulundukça, biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, ya Kur'anı ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları O'ndan soğutmalıyız. ` Bu sözler Üstad'ın ruhunda büyük bir feveran ve gayret uyandırdı ve şöyle dedi:'Kur'anın sönmez ve söndürülemez manevi bir güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim!' `Medresetü'z Zehra ` düşüncesi bu olaydan sonra oluşur.
1907 yılında İstanbul'a ikinci kez dönmüştü ve Fatih semtindeki Şekerci Han'ına yerleşti. İstanbul'daki ikameti esnasında Üzerinde şöyle yazılı bir levhayı kapısının üzerine asmıştı: `Burada her suale cevap verilir, her müşkül halledilir. Fakat sual sorulmaz.' Bu, öyle garip bir ilan ve hayret uyandırıcı bir iddia idi ki, kendisinden evvel İstanbul'a ulaşan şöhretini daha da artırarak , birçok kimsenin kendisiyle görüşmek istemesine sebep oldu.
Üstad , Selanik’te iken `Makedonya Risorta ` mason locasının Üstad'ı azamı İtalyan tebasından ve Osmanlı Mebusan Meclisi azası meşhur yahudi Emanuel Karasso, Bediüzzaman'ı etkisi altına almak ve bu dahi şahsiyeti kendi safına çekmek ümidiyle, kendisiyle görüşme talebinde bulundu. Bediüzzaman, görüşmeyi kabul ederek, nihayet bir araya geldiler. Fakat çok geçmeden dışarı fırlayarak:'Neredeyse bu acib adam konuşmasıyla beni de Müslüman edecekti.' dedi. Karasso denilen bu adam, Sultan Abdulhamid'i devirmek ve hilafeti kaldırmak konusunda çalışan ilk şahıstır.
Mısır Ezher Üniversitesi Öğretim üyelerinden ve Mısır müftüsü Şeyh Bahit el Mutü ile Ayasofya caminin avlusunun yanındaki çayhanede aralarında şöyle bir diyalog geçti:'Osmanlı devletindeki hürriyete, Avrupa'daki medeniyete ne diyorsun? Bunlar hakkındaki fikrin nedir?' Bediüzzaman hemen cevap verdi:'Osmanlı devleti Avrupa'ya hamiledir. Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak, Avrupa'da İslamiyet'e hamiledir o da bir İslam devleti doğuracak.' Bu kısa ve derin cevap karşısında Şeyh Bahit şöyle dedi:'Ben de tasdik ediyorum Ben de aynı kanatteyim. Bu gençle münazara edip galebe edemem. Fakat bu kadar veciz ve beliğane bir tarzda ifade etmek ancak Bediüzzaman'a hastır.'
BEDİÜZZAMAN'IN HAYAT DEVRELERİ
Birinci devre: Eski Said: 1926'da Barla'daki cebri ikametine kadar sürer. Bediüzzaman siyasi hayat ve mücadelelerine dalarak İslamiyet'e hizmet etmeye, müspet siyasi cereyanlarda yerini alıp, İslam `a düşman akımlara karşı mücadele edip onları defetmeye çalışıyor.
İkinci devre: Yeni Said: 1926'da Barla'ya nefy edilmesiyle başlar ve1949'da Afyon hapsinden çıkana kadar devam eder. Bu devrede Üstad `Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım' diyerek siyasi hayatı bütün bütün terk ettiğini ve Türkiye'de iman kurtarma davasını omuzladığını görmekteyiz. Üçüncü devre:Üçüncü Said: Afyon hapsinden çıkışından itibaren Urfa'da vefatına kadar devam eder. Bu devrede Türkiye’deki vaziyetin en önemli hususiyeti, daha önce tek partinin hakimiyeti söz konusu iken, çok sayıdaki partilerin ortaya çıkmasıdır.
RİSALE'İ NUR HAKKINDA KISA BİR TAHLİL VE İNCELEME
Risaleler Nasıl Yazılırdı:
Müellifin yanında Kur'an-ı Kerimden başka herhangi bir kaynak bulunmuyordu. O, ayet-i kerimelerin manalarını kavramaya çalışıyor, atmosferlerinde, halis, ruhi ve kalbi haletler yaşıyordu. Daha sonra Allah'ın kendisine açtığı ve kalbine doğan mananaları bu iş için tahsis ettiği talebelerine yazdırırdı. Bu sünuhatın ve kalbi fütuhatın belli bir vakti ve mekanı bulunmamaktaydı. Hapislerde, bazen risalelerini bizzat kendisi yazmıştır.
RİSALE'İ NUR'UN BAZI ÖZELLİKLERİ
1- Kur'an-ı Kerim'i Üstad edinmiş olması
2- Kur'an-ı bütün berraklığı ile göstermesi
3- Müfessirin `Mücerred ` olması
4- Kur'an-ın tazeliği ve bütün insan tabakalarına hitap etmesi.
5- İspatı esas alması
6- İnsanın bütün latifelerine hitap etmesi
7- Ahlakı düzeltmesi
8- Sünnet'i seniyyeyi rehber edinmiş olması
9- Baskıların tesiti altında kalmamış olması
MEVZUYU AÇIKLAMA USULÜ
Her bir risalenin konusu, o risalenin başında yer alan bir veya birkaç ayeti ilham alır. Sonra mevzuyu hülasa eden özlü bir mukaddime ile güzel bir şekilde konuya işarete bulunur. Anlatılacak mevzuyu aydınlatmak ve açmak için getirilen misallerle yavaş yavaş konunun izah ve genişletilmesine girilir. Yani, mevzuyu sunuş usulundeki yönü, basitten kapalıya doğru derece derece açmak şeklindeki mutad usullerden farklıdır. Okuyucu ve izleyici pasif durumda kalmaz.
Üslubu:
Risaleler, tek temel mevzu olarak imandan bahsetmelerine rağmen bu derin ve büyük meseleden klasik bir üslupla ve tek bir tarzda bahsetmezler.
Aksine üslup, yer ve durumlara göre değişiklik gösterir. Binaenaleyh bazen üslubu neredeyse bir kalbin fısıltıları ince ve canlı nefesler halinde hissedilecek şekilde cidden çok yumuşak ve ince olarak görürsün. Elçi üslubunu da aklı ve fikri dikkate davet eden dakik, mantıki ve fıtri bir tarzda bulursun. Özellikle müdafaalarda ise üslubu deniz dalgaları misali, basıncı, karşısındakinin hamlelerini boşa çıkancı ve sanki bir orduyu baskınla korkutur gibi olduğunu müşahede edersin. Bu üslup ve havalar birbirinden ayrılmışta değildir. Bazen aynı risalede onların hepsini bulur, içlerinde dolaşırsın. Dolayısıyla tefekkürün gizli yanlarını uyandırmasının, teemmül kudretini kurcalamasının, ince ve ilmi mizanları ortaya koymasının ve yüksek ruhi seyahatlerin yanında, iman baharının nesim rüzgarlarını da teneffüs edersin fakat aynı üslup mevzudan mevzuya ve muhatabına göre de değişiyor. Mesela ,'pencereler risalesi' dinsizlere hitap ederken, mü'min onun yanında dinleyici olarak kalır. `Mi'rac risalesinde ise işin içinden çıkamayıp, Mi'racı akıldan uzak gören mü'minlere hitap ediyor. O'nun yanında da mülltid dinleyici durumundadır.
MUARIZLARIYLA KONUŞMA ÜSLUBU
A-Ehl'i dalalette olan konuşmaz:Risale'i Nur’un bunlara karşı olan üslubunun özelliği şiddetli hücumdur. Risale'i Nur bu şahıslan belirlemeden,sınırlamadan umumi olarak açıklar-ehli dalalet, ehl'i sefahat, münafıklar gibi-
B-Din Alimleri ve Tasavvuf Şeyhleri ile konuşması. Kendisine itiraz eden bu şahsiyetlere karşı ifade tarzı, sadece ve sadece müdafaa üslubu olup Risale'i Nur'un bakış açısının doğruluğunu beyan etmekle beraber ne hücumdur ve ne de şahsiyetlerini rencide, reislerini tahkir ve görüşlerini hafife almadır. Risale'i Nur bozuk şüphe ve vehimlerin insanlar arasında yayılma yollarını tıkamıştır. Üniversiteli Nur talebelerinin 1950'de beyan ettikleri beyannamede şöyle denir:'... Hem bir takım siyasi işler veya birtakım batıl cereyanlarla ve fikirlerle uğraşmaya zamanımız yoktur. Vaktimiz dardır. Üstadımızın dediği gibi- bazı şeylerle meşguliyet, fena tesir eder ve fena iz bırakır.-Evet,menfilikleri öğrenerek mücadele edeceğim gibi saf bir niyetle Risale'i Nur, Kuran-ı Kerim'in bir tefsiri olması cihetiyle, Oda aynı şekilde o kadar çok misaller vermiştir ki, `misal getirme' onun ayırıcı vasfı olarak kabul edilebilir.
RİSALELERİN TESİRİ
Ricale'i Nur'u okumava devam eden bir kisi. sadece nefsinde bir ruhani halet vebi şeffafiyet bulmak ile kalmaz .Aynı zamanda ,lezzetli bir ruhi,kalbi gıda,geniş bir ufuk,hayalde bir güzellik kesbeder.