Türkiye'nin En Kapsamlı Kitap Özetleri Web Sitesi |
Tasavvuf
İSLAM TASAVVUFU (EL-LÜMA)
Yazar : Ebu Nasr Serrac Tusi
TASAVVUF İLMİ VE SUFİLER
Sufiler inanç konusunda hadisçiler ve fakihlerle aynı görüşü paylaşan, onların ilimlerini benimseyerek onların esaslarına karşı çıkmayan kimselerdir. Çünkü sufiler, bid’atlerden ve nefsin kölesi olmaktan kaçınan, güzel örneğe bağlı ve ona uymaya hazır, her türlü bilgide fakih ve muhaddislerle ortak görüşlere sahiptirler. Sufilerden bilgi ve anlayışta muhaddis ve fakihlerin derecesine ulaşamamış olanlar, ahkam-ı şer’iyye ve hudud-u islamiyye konusunda karşılaştıkları müşkillerin halli için mutlaka muhaddis ve fakihlere başvururlar. Alimlerin icma ettikleri konuda sufilerde icma ederler. Ulemanın ihtilaf ettiği konularda ise sufiler, ihtiyatlı olmak için en güzel, en evla ve en mükemmel olanı seçerler ki böylece Allah’ın kullarına emrettiği şeyi yüceltmiş, nehyettiğinden de sakınmış olurlar.
“SUFİ” ADI NEREDEN GELİYOR?
Sufilerin diğer ilim erbabından farklı ilk özellikleri, farzları yerine getirmekten ve haramlardan kaçınmaktan başka malayani denilen boş ve anlamsız meşguliyetleri terk etmek, maksadları ile aralarına giren her türlü alakadan sakınmaktır. Onların Allah’dan başka gaye ve maksadları yoktur. Sufilerin bundan başka muhtelif adabları vardır. İşte bunlardan bazıları: “Dünya nimetinin azına kanaat etmek; zaruri olan yani olmazsa olmaz ölçüsündeki bir azıkla yetinmek, zaruri olan giyim-kuşam, yiyecek ve istirahat imkanını sağlayacak bir şeyle iktifa etmek, iradi olarak fakirliği zenginliğe tercih etmek, aza koşup çoktan kaçmak, açlığı tokluğa tercih, üstünlük ve büyüklüğe rağbet etmemek, itibar ve makamda feragat gösterebilmek, yaratıklara şefkat ve merhamet, büyük-küçük herkese tevazu, ihtiyaç anında bile başkalarını kendine tercih etmek (isar), dünyaya dalanlara aldırış etmemek, Allah hakkında daima hüsn-ü zan sahibi olmak, taate koşarken ve hayırda yarışırken daima ihlas üzere bulunmak, her şeyden kesilip Allah’a yönelmek, O’nun kazasına rıza, belasına sabır göstererek nefsindir.” Buyurmuştur.
Hz. Peygamberimiz (sav) tasavvufla alakalı başka bir takım hadislerinde de şöyle buyurmaktadır:
1-”Ümmetimin içinde ilham ve keşfe mazhar (mükellem-muhaddes) bazı insanlar vardır. Ömer’de bunlardan biridir.”
2-”Nice yüzü gözü tozlu, saçları dağınık, kılık kıyafeti eski kimseler vardır ki, Allah adına yemin ederler, Allah onların yeminlerini kabul eder. Bera b. Aziz onlardandır.”
3-”Ümmetiminden bir zata vardır ki onun şefaati sayesinde Rebia ve Mudar kabilesi kadar insan cennete girecek tir.” Bu zat Üveys Karani’dir.
4-”Ümmetimden Kur’an okuduğunda huşu duyan kimseler görürsün. Talk b. Habib bunlardan biridir.”
5-”Ümmetimden yetmiş bin kişi hesap görmeden cennete girecektir.” Ashab sordu: “Onlar kimlerdir Ya Rasulullah ?” Cevaben buyurdular: “Afsun ve dağlama gibi işlerle meşgul olmadan Rablarına dayanıp güvenenlerdir.”
Tasavvuf Allah’ın dostlarının gönlüne kelam-ı ilahisini anlamak, hitab-ı ilahisinden hüküm çıkarmak üzere açtığı bir keşf ve ilham ilimidir.
“SUFİ” ADI NEREDEN GELİYOR?
Sufiler sadece bir ilimde teferrüd etmiş, sadece bir makam ve hale bürünmüş kimseler değildir. Aksine onlar bütün manevi ilimlerin kaynağı, halleri barınağı, eskilerin ahlakının mazharıdırlar. Onlar mahiyet-i ilahiyye sayesinde bir halden bir hale intikal etmede ve daima daha iyi ve güzele koşmadadırlar. Halleri böyle değişken olan ve devamlı ilerleyen kimselerin bu hallerden sadece birinin adıyla anılması uygun olmaz. Onları sadece bir hal ve makamla kayıtlamamak için bu hallerden biriyle isimlendirmekten kaçınmalıyız. Şayet onları içinde bulundukları en etkili hal, makam ilim ve ahlaka izafe ederek isimlendirecek olursak, her zaman ayrı bir isimle adlandırmamız gerekirdi. Bu olmayacağına göre onları giydikleri şeye izafe ederek sufiyye adıyla adlandırıyoruz. Çünkü suf (yün) giymek nebilerin adeti, peygamberlerin ve asfiyanın şiarıdır.
Allah Teala hazretleri İsa(as.)‘ın ashabını giydikleri beyaz elbiseye nisbetle “Havariler” diye yad etmiştir. Allah Teala onları sahip oldukları ilim, davranış ya da hal ile anmak yerine bu adla anmayı tercih etmiştir. Sufilerin durumu da aynıdır. Sufiler zahir libasına nisbetle bu adı almış, büründükleri bir hal ve ilimle anılmamışlardır.
BAZI TASAVVUF TARİFLERİ
Muhammed b. Ali Kessab: “Tasavvuf, seçkin bir toplulukla birlikte seçkin bir adamdan güzel bir zamanda zuhur eden güzel ahlaktır.”
Semnun: “Tasavvuf hiçbir şeyin sana, seninde hiçbir şeye malik olmamandır”.Amr b. Osman Mekki: “ Tasavvuf kulun içinde bulunduğu vaktin gereğine göre, o an ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaktır.”
SUFİ KELİMESİNİN ANLAMI
Abdulvahid b. Zeyd: “Üzüntü ve tasalarını akılları ile çözen, kalpleri ile onlardan uzaklaşan, nefislerinin şerrinden Efendilerine sığınanlardır.”
Zünnun Mısri’sen: “Onlar o kimselerdir ki Allah’ı herşeye tercih ederler. Allah da onları herşeye tercih eder.”
Sufi kelimesinin aslı “Safevi”dir. Telaffuz zorluğu sebebiyle safevi, sufi olmuştur. Bir de bunlardan başka tasavvufun şu tarifleri yapılabilir.
İlmi Tarif: Tasavvuf kalplerin kirlerden temizlenmesi, yaratıklara karşı güzel muamele, şer’i meselelerde Allah Resulu’ne tabi olmaktır.
Hakikat Lisanıyla Tarif: Mülkiyet ve varlık iddiasından uzaklaşmak, göklerin yaratıcısına bağlanarak beşeri sıfatların esaretinde kurtulmaktır.
Marifet aslında bir Hakk vergisidir. Ma’rifet nardır, iman nurdur. Ma’rifet vecddir, iman ihsan-ı ilahidir. Mü’min ile arif arasındaki fark şudur: Mü’min Allah’ın nuruyla bakar, arif ise Allah ile nazar eder. Mü’minin kalbi vardır. Arifin yoktur. Mü’minin kalbi zikr-i ilahi ile mutmain olur. Arif ise Allah’dan başkasından itminan duymaz. Ma’rifet üç çeşittir.
1-Ma’rifet-i ikrar (söylenen ma’rifet)
2-Ma’rifet-i hakikat (gerçek ma’rifet)
3-Ma’rifet-i müşahede
Zahidler üç tabakadır:
1-Mübtediler: Elinde avucunda bir malı olmayan elinde bulunmayan malın sevgisi gönlünde yer tutmayanlar.
2-Tahkik Ehli: Dünyanın tamamından nefsen ait hazları tektir. İşte bu tahkik ehlinin zühdüdür.
3-İstiğna Ehli: Bu grupta yer alanlar, “dünyanın tamamı kendi mülkleri olsa, bundan dolayı ahirette herhangi bir sualle karşılaşmayacak ve Allah nezdinde kendilerine ayrılan ecirden de bir eksilme olmayacak” olsa bile yine zühd içinde yaşarlar.
Tevekkül üç çeşittir:
1-Mü’minlerin Tevekkülü: Tevekkül, ubudiyette bedeni devreden çıkarıp kalbi rububiyete bağlamak mikdar-ı kafi şeyle yetinmektedir. Böyleleri verilince şükreder, verilmeyince kadere olan rızaları sebebiyle sabreder.
2-Havasın Tevekkülü: Allah’a bir sebep ve vasıta ile tevekkül eden kimse, tevekkülünü Allah’a, Allah ile ve Allah için yapıp sebeplere bağlanmadan mütevekkil olmadıkça gerçek tevekkül ehli sayılmaz.
3-Havassü’l-havasın Tevekkülü: Tevekkül, olmadan (keynuyet) önceki gibi, senin varlığının Allah’a aid olmasıdır. Bu taktirde Allah Teala da daima senin için olur.
“Onların yüzlerinde sevinç ve mutluluğun sevincini görürsün.” Yani ehli cennet, cennet nimetleri sebebiyle yüzlerinde meydana gelen sevinç hanesinden tanınır. Bu ehli cennet arasında kendilerine has kılınan nimetlerden dolayı ebrar için böylesine bir şerbetin sunulacağı anlaşılmaktadır. Tesnim sadece mukarreblerin içtiği bir kaynaktır. Ebrarın içkisi olan rahik-ı mahtum, bunlardan bir karışım taşıdığı için ehli cennetin diğer içeceklerine üstün sayılmıştır.
Kitap ve sünnete uyma konusunda insanlar üç kısımdır:
1-Ruhsat, mübah, tevil ve genişlik yolunu tutanlar.
2-Farz, sünnet, dini had ve ahkam bilgisine bağlananlar.
3-Farz ve sünnet konusunu sağlamlaştırdıktan sonra, dini ahkamda hiçbir cehaleti kalmayan, bunlara ilaveten hal, amal, ahlak ve yüce duygulara gönlünü bağlayan, hukukun gerçeklerini araştıran sıdk ve tahkik ehli kimseler.
TASAVVUFTA ADAB
Allah Teala buyurur. “ Ey iman edenler, canlarınızı ve ehlinizi (çoluk-çocuğunuzu) cehennem azabından koruyunuz.” İbn Abbas bu ayete şöyle der: “Çoluk-çocuğunuzu eğiterek; edeple yetiştirerek onlara cehennemden kurtulmayı öğretin.” Efendimiz (sav) “Hiçbir baba evladına edepten daha değerli bir armağan veremez.” “Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi güzel yaptı.” Buyurmuştur. Hasan-ı Basrı’de: “Önce dinde ince kavrayış (tefakkuh) lazımdır. Çünkü böyle bir anlayış, taliplerin kalplerini cezbeder. Sonra dünyaya karşı zahid davranmak, çünkü bu da insanı Allah’a yaklaştırır. Son olarak da Allah’ın kul üzerindeki hakkını bilmek. Bu da kamil manada bir imanı içine alır.”
YEMEK, TOPLANTI VE ZİYAFET ADABI
Ebu’l-Kasım Cüneyd şöyle der: “Dervişler üzerine üç yerde rahmet-i ilahiye iner:
A-Yemek yerken, çünkü onlar tam ihtiyaç duymadıkça yemek yemezler.
B-İlmi toplantılarda, çünkü onlar böyle yerlerde sıddık ve evliyanın halinden başka birşey konuşmazlar.
C-Sema (güzel sesle okunan bir ilahi vs.) anında, çünkü onlar, dinlediklerini
ancak Hakk’tan dinlerler ayağa kalkacak olurlarsa da vecd tesiriyle kalkarlar.
SEMA’A DAİR MESELELER
Allah Teala buyurur: “O yaratmada (halk) dilediği arttırmayı yapar.” Müfessirler ayette geçen “Halk “ ın güzel huy ve güzel sese demek olduğunu belirtmişleridir. Nitekim Hadis-i Şerif’lerde şöyle buyurulmuştur:
1-Allah’ın gönderdiği nebilerin her biri güzel seslidir.
2-Allah, güzel sesli nebisini dinlediği gibi hiçbir şeyi dinlememiştir.
3-Allah güzel sesle okuyan kimseyi, sahibinin şarkıcı bir cariyeyi dinlemesinden daha güzel dinler.
4-Hz. Peygamber (sav) fetih gününde Kur’an okudu ve sanki şarkı söylüyor gibi uzatarak okudu.
İKİNCİ KISIM
* Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
a-Ehli sünnet ve ve’l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç.
b-Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı.
c-Düzgün bir muamelat,
d-Muhammedi bir ahlak.
* Tasavvuf hangi ölçüleri içinde taşır?
a-Tasavvuf manevi tecrübe ile anlaşılan hal ilmidir.
b-Tasavvufi bilginin konusu Marifetullah’tır.
c-Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtası ile öğrenilir.
d-Tasavvuf tecrübi olduğu için kitaptan öğrenilmez.
e-Tasavvufun bilgi kaynağı felsefe ve kelam gibi akılla sınırlı değildir. İlham ve keşf de bilgi kaynağı kabul edilir.
f-Tasavvufi eğitim tarikat denilen özel yollarla katedilir.
* İslam’ı tasavvuf, cihad ve nur gibi ekol ve fırkalara ayırmak acz ifadesi değil midir?
Farklı yapıdaki bu cemaatle, birbirleri ile uğraşmadığı ve önündeki hizmet planına göre birşeyler yaptığı sürece faydalıdırlar.
* Günümüzün bozuk şartlarında, herşeyin nefse ve şehvete hitab ittiği bir zamanda sadece tasavvuf yeterli olur mu?
Günümüzde tasavvufa belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Fakat islami ilimleri birbirine alternatif görmek yanlıştır. Herşeyden tecrid edilmiş sırf tasavvuf diye birşeyden söz edilmez.
* İlmiye sınıfı tarikatlara itiraz ediyor veya soğuk bakıyor avam hemen teslim oluyor ve mesafe katediyor. Sebep ve hikmeti ne olabilir?
İlmiye sınıfının tamamen karşı çıktığını söylemek yanlış olur. Bazıları kişisel hataları genelleştiriyor. Bazıları ise enaniyetin altında kalıp eziliyor.
* Bugün tasavvufi cemaatlerde görülen sarığın hizmete engel olduğunu söyleyenler var. Düşünceleriniz nelerdir?
Tasavvuf grupları arasında sosyal olaylara ve kılık-kıyafete bakış farkı vardır. Sakalın, cübbenin ve sarığın sünnet olduğu unutulmamalıdır. Kılık-kıyafetle nefse bir pay çıkarılmamalı. Sakalsızlarla da “bunların bu hali müslümanlara zarar veriyor” diye uğraşılmamalıdır.
* Bediüzzaman hazretleri “üveysi” olarak yaşamıştır. O’nun gerçek şakirtleri de bilerek ve bilmeyerek “üveysi-meşreb” midirler?
Üveysilik: Bir mürşidle görüşmeden manevi yolla, rüya tarikıyla yol almaktır. Üveys Karani’ye nisbetle ortaya çıkmıştır. Bediüzzaman’ın bazı tarikat şeyhlerinden ders aldığı bilinmektedir. Bütün Risale-i Nur şakirtlerini üveysi saymak doğru değildir.
* Bediüzzaman Risalelerinde tasavvufu bir meyve; tasavvuf ehli ise Ankara’dan İstanbul’a gitmek için bir vasıta olarak tanımlıyor ve bu zamanda kişinin mutlaka bir yere bağlanması gerektiğini savunuyor. Ne dersiniz?
İkisi çelişkili değildir. Bakış açılarının farklılığından kaynaklanmaktadır. Tasavvufun iki boyutu vardır; biri tahalluk (eğitim ve terbiye) diğeri tahakkuk ‘(ma’rifet ve bilgi)’tur. Bediüzzaman tahakkuk tarafına bakmıştır.
* Bir cemaat: “Zaman; tarikat zamanı değildir, imanı kurtarma zamanıdır.” diyerek tarikat ve tasavvufa karşı çıkıyor. Ne söylersiniz?
Bu söz XX. Yy. ın ilk yarısında söylenmiştir. O yıllar pozitivist ve materyalist düşüncenin egemen olduğu yıllardır ve ülkemizde bu rüzgarların tesirinde kalmıştır. Din, devlet eliyle toplum hayatının dışına itilmiş ve tekkeler tarikatlar kapatılmıştır. O günün öncelikli konusu iman idi.
* Şeyhin sahtesi ile gerçeği nasıl ayırt edilir?
En önemli ölçü şeriata riayet ve İslami esaslara bağlılıktaki hassasiyettir.
* “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözünü izah eder misiniz?
Bu söz Beyazıd-ı Bestami’ye atfedilir. Bir üstadın yanında tasavvufi eğitim görmeden kendi kendine sufilik yapmaya kalkışan bir kimse mutlaka yanılır ve şeytanın oyuncağı olur.
* Kadınlar da intisab etmeli midir?
Kur’an da kadınların İslam, iman, taat, sıdk, sabır, huşu, tasadduk, oruç, namusu koruma ve zikir konusunda erkeklerle aynı olduğu vurgulanmaktadır. Cihad dışında erkeklerin muhatab oldukları bütün konulara onlar da muhatabdırlar.
* Salik ve meczub kime denir?
Salik: Seyr-u süluk’a girmiş, riyazat, mücahede ve muamele ile nefsini arıtıp ruhunu yüceltmeye ve müşahedeye eremeye çalışan kimse.
Meczub: Hakk’ın tecellileri kendisine seyr-u süluksuz olarak zuhur eden kimsedir.
* “Peygamber dururken mürşide rabıta yapılmaz, biz peygambere rabıta yapıyoruz” diyenler var. Bunların durumu nedir?
Zaten Peygambere rabıta yapacak seviyeye gelmiş bir kimsenin şeyhe rabıta yapmada ısrar etmesi şirk sayılır. Esas olan peygambere yapılan rabıtadır.