Yazar : Mustafa ÖZEL
Yayınevi : İz Yayıncılık
1.BÖLÜM - LİDERLİK VİZYONU:
Bir Liderin Düşleri
“Tarih, düş görenlerin mülküdür. Bugün dünya tarihine biçim
vermekte olan bütün insanların gençken büyük düşleri olmuştur. Kişiliği yapan,
düşlerdir. Seyir halindeki geminin dümenidir düş. Küçük ve gözden ırak
görünebilir, fakat geminin rotasını o belirler. Düşsüz hayat, dümensiz gemi
gibidir.”
Bu sözlerin sahibi kurduğu Daewoo şirketi ile, aralarında dünyaca
meşhur Xerox, Pepsico, Kodak gibi bir çok Amerikan şirketinin de bulunduğu çok
sayıda şirketi geride bırakmış olan Kim Woo-Choong. Sözlerine devamla şunları
anlatıyor: “Evden üniversiteye giderken her gün iki kilometre yol giderdim. Cebimde
metelik olmazdı, ama düşlerim vardı. Hiçbir şey imkansız gibi gözükmüyordu. Beni
durdurabilecek hiçbir şey yoktu.”
Bunları söyleyen Kim’in şirketi Daewoo, şu an dünyanın en
büyük tersanesi (Okyo Shipyard’da), dünyanın en büyük giyim fabrikası
(Pusan’da) gibi birçok başarıya imza atmış bulunuyor. Yirmiden fazla ana şirketi
ağır sanayiden elektronik eşyaya, bankacılıktan otel zincirlerine, gemicilikten
piyano imalatına kadar sayısız alanı kuşatıyor.
En büyük düşü de, ülkesinin toplumsal gelişmesine şirketleşme
yoluyla katkıda bulunmak ve saygın bir girişimci olarak hatırlanmak. Çünkü
Konfüçyen geleneğin bir etkisi olarak Kore’de tüccarlar; bilgin, çiftçi,
zanaatkâr ve tâcir şeklinde sıralanan insan grupları arasında en son basamakta yer
almaktadır. “Benim son düşüm, işadamlarını saygı gördüğü bir toplumun
gerçekleşmesine yardımcı olmaktır” diyor.
Daewoo’yu çeyrek yüzyılda ülkesinin ve dünyanın en büyük
sanayii, ticaret ve finans gruplarından biri haline getiren bu çok yönlü girişimcinin
en önemli vasfı, şirketini çocuklarına miras bırakacağı bir servet olarak
görmemesidir.
Liderlik ve Mülkiyet
“ Daewoo, aile efradıma devredebileceğim veya devretmeyi
düşündüğüm bir şey değil. Mülk sahipliği ve liderlik arasındaki farkı
anlamış bir işadamı olarak tarihe geçmek istiyorum.”
Kim’in ilk yaptığı işlerden biri, ABD’de bulunan yetenekli
Koreli yöneticileri ülkeye geri getirmek olmuştu. Çünkü ülke 35 yıl Japon
boyunduruğunda kalmış, sonra da hem ülkeyi ikiye bölen hem de mevcut sanayii yerlebir
eden Kore Savaşı’na maruz kalmışlardı. Bu durumda memleket sanayisinin hemen
inşasına ve dolayısıyla da yetişmiş elemana ihtiyaç vardı. Kim’in geri
getirdiklerinden biri olan Daewoo Telecom’un başkanı Dr.Park Sung-Kyou, Amerika’daki
kendisi için çok tatminkar olan işini bırakmıştı. Dr. Park, “Kim, yurtseverlik ve
Konfüçyanizme atıfta bulunuyor ve yöneticilere alabildiğince özerklik tanıyordu.
Gelmemezlik edemezdim.” diyerek durumunu özetliyor. Burada üzerinde dikkatle
durulması gereken bir husus var ki; o da, vatan, millet ve din düşüncesinin hayatın
her noktasına olan müessiriyetidir.
Kim’in en önemli özelliği iyimserliği. İş hayatında
karamsarlığa kapılmak, başarısızlığın başlangıcıdır. Sahiplerinin,
bankaların veya hükümetlerin terkettiği sayısız batmış firmayı satın alıp düze
çıkarmış. Bununla alakalı olarak da şunları söylüyor: “Terk, eylemde kötümser
olmaktır. Şirketlerini terk edenler imkansızlıktan dem vururken, ben gözümü
imkanlara dikiyordum. Eğer ortada yüzde bir başarı şansı varsa, hakiki işadamı o
yüzde biri ateşi alevlendirecek kıvılcım olarak görür. İş hayatı bir artı birin
iki ettiği bir alan değildir; orada bir ona, on elliye dönüşür. İşadamı
sayıları böyle sayar.”
Öncüler için dünya büyük bir yerdir ve yapılacak sınırsız
miktarda iş vardır. İnsanların daha önce hiç bulunmadıkları basamaklara varmak ve
hiç yapmadıklarını yapmaktır öncülük. Tehlikelidir fakat kaçınılmazdır. Tarihi
inşa edenler bu gibi şeyleri yapmaya arzulu olanlardır. Tarih, milletlerin güç ve
refahının öncülük üzerine bina edildiğini, kendinden memnunluk ve çekingenliğin
felaketle sonuçlandığını göstermektedir.
“Daewoo’yu kurduğumuz yıllarda, ihracat değersiz bir iş gibi
görülüyordu. Büyük şirketlerin hepsi ithalatçıydı; bir an için olsun ihracatı
akıllarına getirmiyorlardı. Birçok kişinin muhalefetine rağmen, ihracat
öncülüğünü başlattık ve başardık. Aptallığın gereği, bir şeyi hiç
denemeden imkansız olduğunu söylemektir.” diyor Kim. Şirketi olan Daewoo da bu
öncülük ruhuyla sadece bilinen Avrupa ve Amerika pazarlarına değil ülkesinin
diplomatik ilişkilerinin bile olmadığı bir çok ülke pazarına el attı. Ve neticede
bu ticari münasebetler diplomatik ilişkileri de beraberinde getirdi.
Azınlığın Gücü
Tarihçi Toynbee, medeniyete katkısı olanların çok küçük bir
“düşünen azınlık” olduğu kanaatindedir. Bunlar aynı zamanda çoğunluğun da
tarihî gelişim sürecine katılmasına yardım ediyordu. Bu “düşünen
azınlığın” görevi ve sorumluluğuydu da. Onların katkısı olmadan toplum ve tarih
ilerleyemezdi. İşte bu azınlığın gücü kaybolduğunda çöküş başlar, toplum
bölünür yöneticiler de eski zaferlerin hatırasıyla eğlenirler.
Bu fikirleri bir düşünür veya felsefeci değil de bir işadamı
söylerse ne dersiniz? Herkesin kendi alanıyla meşgul olması gerektiğini mi
düşünürsünüz? Ama Daewoo’nun patronu böyle düşünmüyor:
“Rakamlar bizi yanıltmamalı; çünkü bize sadece miktardan haber
verirler ve bu onların sınırıdır. Mesela, içinde yüz inek ve bir insan olan bir
çiftliğiniz varsa, rakamlar size sayının 101 olduğunu söylerler; fakat azınlığın
kudreti hakkında birşey söylemezler.”
Kim, azınlığın gücünü ispat için, Mısır’dan çıkan
Yahudilerin nasıl Arz-ı mev’ud’u ele geçirdikleri misalini veriyor. Yahudiler
Kenan’a önce 12 kişilik keşif kolu gönderirler. Geri döndüklerinde 10 tanesi
Kenanîlerle başa çıkılamayacağını söyler. Hem Yahudilerden daha uzun boyludurlar
hem de şehirleri muazzam surlarla çevrilidir. Diğer ikisi itiraz eder. Korkacak birşey
olmadığını, çünkü bu ülkenin kendilerine Allah tarafından vadedildiğini
söylerler. Demokratik çoğunluğa göre karar vermiş olsalardı, Yahudilerin geri
dönmesi gerekirdi. Fakat aksini yapıp o iki kişiye tabi oldular. Çoğunluk kararı her
zaman tek başına tarihi şekillendirmez. Azınlığın meydan okuma ruhu daha etkilidir.
Kim’in kurduğu sanayii, ticaret ve finans imparatorluğu bugün Kore
ekonomisine yön verip, ülkenin ekonomisini birinci sınıf dünya gücü haline
getirmeye çalışmaktadır. Bir zamanlar devletten büyük destek alan, fakat bunu sadece
mali kazanca dönüştürmekle kalmayıp gerçek bir sanayii grubu kuran Kim,
azınlığın kudreti yerine “Baba” devletin kudretine dayanmayı tercih eden Türk
sermayedarlarına örnek olabilecek mi acaba?!
Liderlik Öğrenilebilir mi?
Lider eleştirir, mevcut yapının sürekliliğini reddeder. İşin
maddi akışında bir romantizm keşfeder. Walmart’ın kurucusu Sam Walton, başkan
odasında oturup kar-zarar cetvellerini kontrol etmek yerine, gününü satış
mağazalarını dolaşmak ve not tutmakla geçiriyordu. Yöneticiler hayal güçlerini
fazla kullanmaz veya kullanmak istemezler; oysa liderin bütün gücü buradan
gelmektedir. Gandi büyük bir lider ve usta bir teknisyendi. İngilizlerle
mücadelesinde, elindeki herşeyi kullanıyordu: Pasif direnişten tuz vergisi gibi
sembolik konulara kadar herşey.
İşletme idaresinin temel ilkeleri aslında insanı utandıracak kadar
basittir. Ancak, yöneticiler bu ilkelere tutsak olurken, liderler onları hazmederler ve
ihtiyaç ortaya çıktıkça kullanırlar. Fırsatçıdırlar; vakit kaybetmeden işe
dalarlar. Dolayısıyla, liderlik öğrenilemez. Her insanın kumaşında gizlidir.
Şirketler bastırılmış liderlik potansiyellerinin açığa çıkarılmasına
yardımcı olabildikleri ölçüde, kendi geleceklerini teminat altına almış olurlar.
Yöneticiler tasarlar, örgütler ve denetler; dikkatlerini kural ve
prosedürler üzerinde toplarlar. Liderler istikamet verir, kabiliyetleri harekete
geçirir ve stratejileri uygularlar. Dikkatlerini kurallar üzerinde değil, insanlar
üzerinde yoğunlaştırırlar.
Vizyon ve Strateji
En basit hakikate ulaşmak yıllar bir süren tefekkür gerektirir,
diyor Spencer-Brown. Eylem değil, hesap değil, okuma değil, konuşma değil. Sadece
neyi bilmeye ihtiyaç duyduğumuzu akılda tutmak. İşte bütün mesele bu.
Liderin ilk adımı, beraber çalıştığı insanlar için bir
istikamet tayin etmektir. İnsanların çoğu, tayin edilmiş istikametlerde nasıl
yürüyeceklerini bilirler. Ancak, yürünecek yolun tespiti basit yöneticiliğin
sınırlarını aşar. Yürünecek yol, vizyon gerektirir. Her vizyon çok veciz bir
cümleyle dile getirilmeli ve bir strateji ile desteklenmelidir. Vizyonu dile getiren
cümle gibi, stratejik plan da kısa olmalıdır.
Vizyon benimsetildikten, stratejik plan ortaya konulduktan sonra
yapılacak iş, insanların yeteneklerinin harekete geçirilmesidir. Görev tanımı
yapıp, insanları o görevlere koşmak yöneticiliktir; lider, görevleri insanların
kabiliyetlerine göre yeniden tasarlar.
Birden fazla lider tipi vardır ve kişi, düşünsel ve psikolojik
donanımına bağlı olarak, belirli bir liderlik tipine yönelir. Doğuştan sezgici ve
normatif olan kişi, insanlara ve başarıya meyyaldir ev muhtemelen iyi bir girişimci
liderolur. Analitik ve sezgici kişi iyi bir strateji rehberiolurken,
analitik ve olgucu kişi muhtemelen iyi bir yönetici-liderolur. İleri ölçüde
olgucu ve normatif olan kişi ise doğal bir idari başkanolur: Bulunduğu
sahanın en tepe noktasında değilse bile, başkaları için en iyi ortamın nasıl
meydana getirileceğini bilen bir başkan.
Liderlikte şu üç temel başarı faktörünün farkında olmak çok
önemlidir. Birinci faktör esnekliktir: Durumun gereklerine göre bir liderlik stilinden
diğerine çarketme kabiliyeti. İkincisi, müphemlikle başa çıkabilme kabiliyetidir.
Müphemliğe asabilikle cevap vermek kişiyi realiteden koparabilir. Üçüncü başarı
faktörü iseortaya yeni şeyler koyabilmedir. Hiç bir zaman bize miras kalanla
yetinmemeli, sınırların ötesinde neler olabileceğini hayal etmeliyiz.
Dört Ders
İster siyasette, isterse iş hayatında olsun, liderlerin üzerinde
ittifak ettikleri bir gerçek şudur: Kendini bilmeden lider olunmaz; ama kendini bilmenin
her birey için ne demek olduğunu da kimse bilemez. İşletme hocası Warren Bennis’in
tesbit ettiği dört ders bize ışık tutabilir.
En iyi öğretmeniniz, bizzat sizsiniz. Öğrenme, kişisel bir dönüşüm
tecrübesidir. Öğrenmek sahip olmak değil, olmaktır. Öğrenmenin iki önemli saiki
bilme ihtiyacı ve rol üstlenme duygusudur. Dolayısıyla, öğrenme nefisle, kişilikle
doğrudan bağlantılı bir süreçtir. Bunları hiç kimse okullarda öğretemez. Herkes
kendisi öğrenir ve kendi tarzında öğrenir.
Sorumluğu kabul edin. Kimseyi suçlamayın. Liderler akla gelebilecek
her yeni tecrübeyi ciddiye alır, ne kadar aptalca görünürse görünsün her fikri
dinlemeyi sorumluluklarının bir parçası sayarlar. Başarısızlığı başkasına
yüklemeye kalkmazlar.
Öğrenmek istediğiniz her şeyi öğrenebilirsiniz. Şayet
liderliğin temel bileşenlerinden biri hayatın vaatlerine tutkuyla sarılmak ise, bu
vaatleri gerçeğe dönüştürmenin anahtarı da kişinin kendini baştan ayağa
konuşlandırmasıdır. Cüret, iyimserlik, güven… bu yoldaki başlıca silahlardır.
Hakiki kavrayış, kendi tecrübeniz üzerinde düşünmekten hasıl olur. Kendi
tecrübesi üzerine düşünmek, kişinin kendisinin ve hayatının hakikatını
öğrenmek üzere, kendine doğru zamanda doğru soruları yöneltmesi demektir. Gerçekte
ne oldu? Niçin oldu? Bana ne yaptı? Benim için ne anlamı var? böylelikle insan
Goethe’nin deyişiyle, örs değil de çekiç haline gelir. Anlamak her şeyin
cevabıdır. Anladığınız zaman ne yapacağınızı bilirsiniz. Liderler de ancak
anlamış olanlardır.
Kaç Kere Doğdun?
Filozof William James “Dini Tecrübenin Çeşitli Biçimleri”
isimli kitabında iki karakterden bahseder. Bir kere doğan, yani sağlıklı bir zihne
sahip olan dindar kişi ve iki kere doğan veya hastalıklı bir ruha sahip olan dindar
kişi. Bir kere doğanlar gönlü ferah ve iyimserdirler. Allah’ı aşkdan ibaret
bilirler ve İlahî güzelliği dünyanın güzelliğine yansımış addederler. Günahı
ve ızdırabı büyütmez bir kere doğan; Allah bütün gözyaşlarını silecektir. İki
kere doğanlarsa her bakımdan hastalıklı ruhlardır.
James’in bu görüşlerini iş idareciliğine uygulayan Abraham
Zaleznik, liderlerin çoğunlukla iki kez doğanlar arasından çıktığı sonucuna
varır. Bir kere doğan kişi, ortamıyla uyum içindedir ve değişmeyi istemez. İki kez
doğan kişi, hayal kırıklığına uğramıştır ve çevresiyle aynı frekansta
değildir. Onun için düşüncelerinde çok nesneldir ve kendini topluluğun
perspektifinden ayırır. İçe döner ve geri çekilir; bir kimlik arayışına girer.
Sonunda, yeteneklerini anlamaya, onları kullanıp geliştirmeye başlar. Kendini harekete
geçiren saikle şimdi sahip olduğu vizyonu birleştirmesi, onu liderlik yoluna girmiş
bir aday yapar.
Liderler var olana eleştirel gözle yaklaştıklarından,
sürekliliği ve mevcut yapıyı reddederler. İlerleme peşindedirler; şahsi kabiliyet
ve vizyonlarını kullanarak insanlara nelerin yapılabileceği hususunda ilham verirler.
Lider Nasıl Seçilir?
Potansiyel liderler çoğu işletmelerin her kademesinde mevcut
olurlar. Ama liderleri seçme ve iş görenleri onlara teslim etme süreci çoğu zaman
kusurlu olmaktadır. Hissedarlar, şirketi teslim edecekleri kaptanı seçerken genelde
şu beş hatayı yaparlar:
İhtiyaç duyulan beceri ve tecrübeyi doğru tanımlamakta acz gösterirler.
Yeterince uzun bir zaman sonrasına ve uzaklara bakmakta acz gösterirler.
Yeterince zaman harcamak yerine acele ederler.
Tarafsız olamazlar.
Gerekli özeni gösteremezler.
Basiretli bir yönetim kurulunun şirketin başına getireceği adamı
nasıl seçeceği hususunda Thomas Horton’un önemli on tavsiyesi:
Şirketin misyonuna açıklık getirip işe misyonla başlayın.
Kendisinden ne beklediğinizi, başarı ve başarısızlık ölçülerinizi
belirtin.
Yönetim kurulunu iyice inceleyin.
Hesap verme alışkanlığını geliştirin.
Yardım için danışmanlara başvurun.
Katı kriterlerden sakının.
Her ciddi adayı A’dan Z’ye gözden geçirin. Sabırsız olmayın.
Adaya işletmenizi eksileri ve artılarıyla iyice tanıtın.
Sezgilerinize güvenin.
Yönetim kurulu ve seçilen yöneticinin birbirlerinden beklentilerini
beraberce geliştirip tesbit edin.
Siyasi Lider/İktisadi Lider
Helmut Schmidt’e göre siyasi liderlik başka, ekonomik liderlik
başkadır. Schmidt diyor ki: Birçok işadamı devleti siyasi sınıftan daha iyi
yönetebileceği vehmine kapılır. Bunu yapabileceklerinden şüpheliyim. Nitekim siyasi
liderler de Cıtybank’ı veya Chrysler’i zor yönetirler. Arada benzerlikler olsa bile
şahsi tecrübe, uzmanlık vs. gibi sayısız farklılıklar vardır. Önde gelen bir
siyasi liderin başarılı bir işadamı, başarılı bir işadamının da iyi bir siyasi
lider olduğunu hiç görmedim. Aradaki temel fark şudur: İş dünyasındaki lider
büyük bir tiyatro sahnesinde oynamak zorunda değildir; kendi büro, konferans salonu
veya yönetim kurulu odasının mahremiyetinde marifetlerini sergiler. Siyasiler ise, ta
eski Atina’dan buyana, siyaset pazarı agorasının merkezinde oynamak zorundadır. Ve
şimdi, Atina demokrasisinden 2500 yıl sonraki televizyon demokrasisi çağında,
televizyon ekranında rakiplerinin hakkından gelebilmek zorundadır.
Yöneticiliğin Simyası
Sanayide rekabet gücü, şirketlerin “normalin üstünde” kar
edebilmeleri çeşitli faktörlere bağlıdır. M.Porter 11 yıl önce bir
çalışmasında şu beş hususu belirtiyor:
Yeni rakipler,
Alternatiflerin oluşturduğu tehlike,
Alıcıların pazarlık gücü,
Tedarikçilerin pazarlık gücü,
Mevcut rakiplerin rekabeti.
Ancak bu genel doğruların uymadığı bazı şirketler de vardı.
Mesela; 1972-92 arası 20 yılda ABD pazarında en başarılı, karları en yüksek beş
şirketin hiçbiri bu ölçülere uymuyordu. M.Porter yanılmıyordu, ama bu
“geneller”in yanında bir “özel” devreye giriyordu. Southwest Havayolları 20
yılda yüzde 22 bin, Wal-Mart mağazalar zinciri yüzde 20 bin, kümse hayvanları
besicisi Tyson Foods yüzde 18 bin, video ve aksamı perakendecisi Circuit City ile
yayıncı Plenum Publishing ise yüzde 16 bin kar artışı sağlamışlardır. Halbuki bu
dönemde rekabet yüksekti ve sık sık iflaslar yaşanıyordu. Adı geçen şirketlerin
hiçbiri pazarın lideri konumunda değildi ve ölçek ekonomisinden yararlanamıyordu.
“Bu beş şirketin ortak yanı, rekabette üstünlüğü elde etmek için teknolojiye,
patentlere yada stratejik konumlarına değil çalışanlarını yönetme yöntemlerine
dayanmalarıdır.”
Simya; bakır ve benzeri adi metalleri altına dönüştürme ve hayat
iksirini bulma arayışıydı. Yöneticiliğin simyası belki ölümsüzlüğü
hedeflemiyor, ama genel geçer değerlendirmeleri aşan bir başarımı gerçekleştirecek
yönetim tarzını yakalamaya çalışıyor. Eskiyen rekabetçilik kaynaklarının yerine,
insanoğlunun neredeyse sonsuz esneme yeteneğini koyuyor. Üstünlüğü devam ettirmenin
yolu da teknolojiden değil, teknolojiyi üreten insanları etkin biçimde örgütlemekten
geçiyor. Çünkü, hiçbir teknoloji yok ki; üstünlüğü iki yılı aşsın.
İş yerinde insanları örgütlemenin anahtarı: Katılım ve
yetkilendirmedir. Nordstorm şirketinin temel kuralı şudur: “Bütün durumlarda
sağduyunuzu kullanın. Tek kural budur.” Lincoln Electric’te ise şu anlayış
benimsenmiştir: “Her işçi yönetici, her yönetici işçidir. Etkinliğin ana yolu
kendi kendini yönetmedir. Maliyeti en fazla yükselten şey, gereksiz yönetim
katmanlarıdır.”Katılım insanca bir eylemdir. Katılıma imkan vermeyen işletmeler,
ayakta kalamazlar. Zira, katılım verimliliği azami seviyeye çıkarır.
Müslüman Yönetici
Hz.Ali Efendimiz’in öğütleri:
Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket duyguları besleyin, başarılarınızın
onları azarlayıp sert davranmakta yattığı fikrine kapılmayın.
Müslüman olsun olmasın herkese adil davranın. Müslümanlar kardeşiniz,
olmayanlar ise sizin gibi birer insandır.
Taraf tutmayın, insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme
iter.
Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş, mazlumlara
karşı zulmetmemiş olmalarına dikkat edin.
Memuriyete dürüst ve nazik kişileri seçin.
Haksız kazanç ve ahlaksızlığa düşmemeleri için memurlarınıza yeterli
maaş verin.
Memurlarınızı devamlı denetleyin ve istişareye açık olun.
Mektup ve müracaatlara bizzat cevap verin.
Halkın güvenini kazanın.
Yapamayacağınızı vaad etmeyin ve vaatlerinizden dönmeyin.
Esnaf ve tüccara dikkat edip onlara önem gösterin ve karaborsacılık
yapmalarına fırsat vermeyin.
Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır, onları titizlikle
koruyun.
Öfkenizi yenin, kendinize sahip olun, dilinizi tutun. Öfkeli anınızda
karar vermeyin.
Yaptıklarınızı olduğundan çok göstermeyin.
Hondaizm
Hondaizmin anlaşılması için önce Japon yöneticilik sisteminin
genel özelliklerine bakmak gerekiyor:
Bütün üyeler, içinde bulundukları örgütün başarısı için kollektif sorumluluk
duymalıdır.
İş görenler çok sayıda rol icra edecek kadar esnek olmalıdırlar.
Astlara çalışmalarını başarıyla sürdürmeleri hususunda itimat
edilmelidir.
İş görenlerin şirket için çalışırken korunmaları gerekir.
İş görenlerin işletme içinde sadakatlerini artıracak kariyer hayatına
ve becerilerini, doğal yeteneklerini geliştirecek motivasyona sahip olmaları gerekir.
Yeni şartlara uyarlayabilmek amacıyla, yönetimin “pargmatik
akılcılık” denebilecek bir felsefeye sahip olması gerekir.
Yönetimin çalışanlarla ortak kimliğe büyük önem vermesi gerekir.
Setsuo Mito’ya göre, Honda bu ilkelere bir de “liderlik
felsefesi”ni eklemiştir.
Honda şirketinde çok sayıda kişiliğin, dolayısıyla da bir çok
Hondaizm yorumunu bulunmasına rağmen ortak bir kelime hazinesi vardır. Asla unutulmayan
ise iki kurucunun (Soiçiro Honda ve Takeo Fujisawa) kişisel şiarlarıdır:
Özgün olun.
Hükümetlere bel bağlamayın.
Kendiniz çalışın.
Bu üç kural temel prensipler olmakla beraber ilk kural önde
gelmektedir. Nitekim şirket, İkinci Dünya Savaşı öncesinin Japonyası’nda
rakiplerinin yabancı markaları taklit etmelerine rağmen kendi özgün modellerini
geliştirmişler, neticede de bugünkü uluslararası üne kavuşmuşlardı.
Şirketin şu beş mühim prensibi, Honda’nın kurucusunun
felsefesini özetlemektedir:
Hayallerinizin takipçisi olun ve genç görünün.
Teoriye, yeni fikirlere ve zamana hürmetkar olun.
İşinizi sevin, işyerinizi parlak ve pozitif hale getirin.
İşinizin aksamadan yürümesine dikkat edin.
Araştırmacılığı ve candan gayreti gündelik alışkanlık haline
getirin.
İlkeli Yöneticilik
Sadece kuralları takip edenler pasif yöneticilerdir; ilkeli hareket
edebilen, içinde bulunduğu şartlara boyun eğmeyenler aktif yönetici ve giderek
“lider” yönetici olurlar. Warren Bennis, bu iki tip arasındaki farkları şöyle
tesbit ediyor:
Yönetici idare eder, lider yenilik yapar.
Yönetici kopyadır, lider orijinal.
Yönetici muhafaza eder, lider geliştirir.
Yönetici sistem ve yapı üzerinde yoğunlaşır, lider insanlar üzerinde.
Yönetici kontrole güvenir, lider güven ilham eder.
Yönetici işi doğru yapar, lider doğru işi yapar.
Mükemmel İşletmeler
Mükemmel işletme yoktur, ama mükemmellik arayışı yine de gerçek
bir arayıştır. Mükemmellik peşindeki şirketlerin çeşitli özellikleri ise şöyle
sıralanabilir:
Eyleme eğilimli olmak. Yani “Tanzim et, kararlaştır, dene.”
Müşteriye yakınlık.
Özerk ve girişimci olmak.
Üretkenliğe insanlarla ulaşmak. Kalite ve üretkenliğin kaynağı çalışanlardır.
Felsefesi ve değerleri olmak. Mesela; Mc Donalds’ın temel ilkeleri: (Kalite),
H (Hizmet), T (Temizlik), D (Değer).
İşin mahiyetine vâkıf olmak.
Basit ve zarif olmak.
Zıt vasıfları birleştirmek.
Akıldışı Akıllılık
Tom Peters, son 15 yılın en çılgın iş idaresi uzmanlarından
biri. Şimdilerde düpedüz akıldışı davranmayı öğütlüyor. Teklifleri ise;
Değişim kelimesini dağarcığınızdan atıp, içini hayal gücü ve zeka ile
doldurduğunuz devrim kelimesini koyun.
Şirketi orta ölçekli alt birimlere bölün. Merkeziyetçilik, alt
kademelerdeki gizli potansiyellerin ortaya çıkmasını engeller.
Bir sonraki aşama: Atomlaştırma, yani şirkette çalışan herkesin bir
müteşebbise dönüştürülmesi. Ve bunların karmaşık işlerin başına getirilmesi.
Yetenek avcılığı. Yetenekli bulduğunuza hemen ağır sorumluluklar
yükleyin.
İşyerinin sıkıcılığını gidermek için şirkete genç insanlar alın.
Bunları şımarık ve havai olanlar arasından seçin.
BÖLÜM - ŞİRKET MİMARİSİ:
Şirket Mimarisi
Temel olarak şu soruyla uğraşmalıyız: “Nasıl farklı
olabiliriz?”
Bu soruya verilecek cevaplar, her şirketin kendi içinde, onun en
değerli gerçek veya potansiyel üstünlüklerini teşhis etmek suretiyle bulunacaktır.
Bu “ayırt edici yetenekler” dört geniş kategoriye ayrılabilir: Birincisi, yenilik
yapmaktır. Nazik bir avantajdır bu, çünkü rakiplerce kolayca taklit edilebilir.
İkinci ve daha savunulabilir bir yetenek şöhrettir: Sağlam markalarda ifadesini bulan
bir özellik. Üçüncü bir yetenek stratejik aktiflerdir, hükümetlerce verilmiş tekel
hakları gibi. Dördüncü ve en kritik yetenek ise şirket mimarisidir: Şirket ile
çalışanları, müşteri ve tedarikçileri arasında kurulan bağlar.
J.Kay’e göre, şirket mimarisi, “olağanüstü insanları biraraya
getirmek suretiyle değil, çok olağan insanların olağanüstü biçimlerde icraat
yapmalarını mümkün kılmak suretiyle olağanüstü bir organizasyon meydana
getirir.”
Şirketleşme ve Gelenek
19.yüzyıl Japon iş hayatına baktığımızda, rekabet ve kar
düşüncesinden, bunların oluşturduğu iktisadi bireycilikten çok kamu yararı ve
imparator için fedakarlık, yurtseverlik coşkusu gibi özelliklerin daha ağır
bastığını görüyoruz. Batı bencilliğinin yerini, “ülkeye borcunu
ödeme”duygusu almıştı.
Ünlü Mitsui şirketi 1673’te Mitsui Haçirobei tarafından
kurulmuştu. Kurucusunun 1694’teki kuralları bugün hâlâ şirketin anayasası
mesabesindedir. 13 maddelik bu anayasayı, bugün cirosu 180 milyar doları aşan
şirketin geleneklerle kurduğu bağın bir işareti sayabiliriz.
Mitsui Anayasası
İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaklaşık 200 şirketten oluşan
Mitsui, Amerikan işgal kuvvetleri tarafından parçalanmış ve bir daha birleşmemeleri
için Japon anayasasına bir madde koyulmuştu. Bu madde hâlen daha anayasada olmasına
rağmen mitsui Grubu fiilen ayaktadır.
Mitsui Anayasası’nın maddeleri şunlardır:
Aile üyeleri birbirleriyle yakın dostluk ve nezaket ilişkisi içinde olmalıdırlar.
Hanedan içindeki ailelerin sayısını gereksizce artırmayın.
Tutumluluk aileyi zenginleştirir, lüks ise yıkar.
Her türlü işinizde aile konseyinin tavsiyesine uygun hareket edin.
Yıllık gelirin bir bölümünü bir yana ayırıp, paylarına göre aile
üyeleri arasında dağıtın.
Sebepsiz yere emekliliğin lüks ve rahatını aramayın.
Bütün şubelerin mali raporlarının genel merkeze gönderilmesini
sağlayın.
Yaşı ilerleyen ve dermansız kalanları gelecek vadeden gençlerle
değiştirin.
Asla başka bir işle uğraşmayın.
Oğullarınızı adi çıraklık görevleriyle hayata başlatın ve tedricen
iş hayatının sırlarını öğrendikçe bilgilerini uygulamak üzere şubelerde
görevlendirin.
Sağlam muhakeme her şeyde, bilhassa ticarette aslî öneme sahiptir.
Aile üyeleri birbirleriyle istişare temelidir.
Siz ey tanrılar ülkesinde doğanlar! Tanrılarınıza tapın,
imparatorunuzu ululayın, ülkenizi sevin ve halk olarak görevinizi yerine
getirin.(İnancın önemi vurgulanıyor.)
Damıtılmış Marifet
Ünlü Amerikan dergisi The Fortune500, 1955’ten buyana Amerikan
sanayii ve hizmet sektörünün en büyük 500 şirketini her yıl ayrıntılarıyla
okuyucularına tanıtıyor. Fortune 500’ün 40 yıllık tarihinden çıkan bir dizi
altın kural ayakta kalma gücü gösteriyor. Bu kuralların adları yok, sadece son
derece geniş yöneticilik ilkeleri bunlar:
İşi adresi bir pratiktir.
İnsanlar bir kaynaktır.
Pazarlama ve yenilik yapma bir işletmenin anahtar işlevleridir.
Neyi iyi yapmakta olduğunuzu keşfedin.
Kaliteye yapılan yatırım boşa gitmez.
Tehlikeli Fikirler
Günümüzde finans alanındaki ilerlemeler her zamankinden daha
yararlı ama daha az tehlikeli değiller. Son 40 yılda formüle edilip kalıcı gözüken
üç ana fikir şunlar:
Kazancınızı büyütemiyorsanız, kazançlı şirketleri satın alarak gelir hanenizi
şişirebilirsiniz.
Borçlanmaktan korkmayın.
Risklerle baş edebilmek için finansal türevlerden yararlanın.
Verimli Toplantı Nasıl Yapılır?
Herşeyden evvel, toplantının tarihi bir ay öncesinden belli
olmalı. Şirket müdürü bir hafta önce bütün katılımcılara toplantı gündemini
ve gereken diğer malumatları gönderip katılımcıların gündemden haberdar olup ona
göre hazırlanmalarını temin etmeli. Bundan başka:
Toplantı mutlaka zamanında başlamalı.
Gündeme mutlaka sadık kalınmalı.
Müzakereler sırasında konu dışına çıkılmamalı ve asla ikili
konuşulmamalı.
Kimse birbirinin sözünü kesmemeli. Fikirler sonuna kadar dinlenmeli.
Başkan dahil hiç kimse gelişi güzel toplantıyı terketmemeli.
Şirket performansı gözden geçirilirken yönetim tenkit edilmeli, ama
yapıcı olunmalı.
Şirket politikaları ve atılacak adımlar üzerinde net anlaşma
sağlanmalı.
Toplantı üç saat içinde bitirilmeli. Başbaşa görüşmeler toplantı
sonrası olmalı
Bir sonraki toplantının tarihi, yeri ve gündem maddelerinden bazıları
tesbit edilmeli.
İşe Adam Almak
İşe alacağınız adam hakkında, işinizi en iyi bilen siz
olduğunuza göre en iyi kararı veren de siz olacaksınız. Ama şu tavsiyeler faydalı
olabilir:
İşe alacağınız insanlara firmanız hakkında asla yanlış bilgi vermeyin. Hakikati
dosdoğru söyleyin. Samimi olun.
İşe aldığınız insanın görevini net olarak belirleyin.
Yetkilerine mutlaka açıklık getirin.
Alt-üst ilişkilerini mutlaka belirtin.
Sunacağınız maddi imkanlarda kendinizi onun yerine koyun.
Yeteneklerini ve özel durumlarını öğrenip ona göre vazifelendirin.
BÖLÜM - MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ:
Çapraz Satış
Çapraz satış, mevcut müşterilere veya aktif olmayan müşterilere
ilave ürün veya hizmetlerin satılmasıdır. Çapraz satış, kısa vadeli sonuçlardan
çok uzun vadede pazarı ele geçirmeyi ve mevcut müşterileri tatmin etmeyi ha defleyen
bir yönetim anlayışıyla gerçekleşir. Bunu için de, yönetim kurulu başkanından en
alt kademeye kadar “Herkes satıcıdır” anlayışının yerleştirilmesi gerekir.
Müşteri, satıcını kendi ihtiyaçlarına duyduğu alaka ve dikkati
satın alır. Güvendiği satıcıyı tercih eder. Bu durum telefonların nasıl
cevaplandırıldığından, faturaların kesimine kadar uzanabilir.
Personel kalitesi farkettirir. Bu sebeple çapraz satış için gereken
bir diğer unsur da iyi yetişmiş, müşteri hassasiyetine sahip elemanlardır.
Çapraz satışı engelleyen sebeplerin başında ise acelecilik
gelmektedir.
Sadık Müşteri
Şurası çok açık ki; bir müşteri, firmayla ne kadar uzun süre
çalışırsa firma o kadar değerli hâle geliyor. Eski müşteri daha çok satın
alıyor, firmanın zaman kaybını azaltıyor, fiyatlar konusunda daha az hassa
davranıyor ve beraberinde yeni müşteriler getiriyor. Üstelik bu müşterinin firma
açısından giriş maliyeti de yok. Bazı sanayilerde iyi eski müşterilerin önemi
öylesine büyük ki; müşteri kaybını yılda yüzde 15’ten yüzde 10’a indirmek
bile kârı ikiye katlamaya yetiyor.
Müşteri kaybı da genellikle firma hatasından kaynaklanıyor.
Fiyat ikinci planda kalması gereken bir noktadır. Çünkü; fiyat
unutulur, kalite ve hizmet akılda kalır.
Müşteri Patrondur
Bir işletme ne kadar güzel işliyor olursa olsun, mutlu ve tatmin
olmuş müşterilere sahip olmadan başarılı olamaz.
Müşteriyi ihmal eden şirket başarılı olamaz. Müşteri şirkette en önemli
kişidir.
Müşteri ilişkilerini bilmek değil, uygulamak önemlidir.
Müşteriye gösterilen özen, işimizi kesintiye uğratmak değil, işimizin
gayesidir.
Müşteri işimizin yabancısı değil, onun bir parçasıdır.
Gelecekte başarılı olabilmek müşteri ilişkilerine bağlıdır.
Müşteri cedelleşeceğimiz kimse değildir. Müşteriye karşı haklı
çıkan, kaybeder.
Müşteri patrondur, maaşımızı o öder.
Müşteri her zaman haklı olursa, hem müşteri hem de şirket kazanır.
Müşteriye Gülümseyin
Müşteriler gülümseyen elemanlarla iş yapmayı severler. Aslında işletmeye değil
onlara bağlanırlar.
Müşterinin talebini yerine getirmeye arzulu olun. Müşterinin talebi ne
kadar gayri makul olursa olsun bozuntuya vermeyin.
Uzun vadeli kazanç uğruna kısa vadeli menfaatleri feda etmeyi benimseyin.
Müşteri, İş görenlerin kendi sorunlarını evlerinde bırakmalarını
bekler.
Olumlu ve coşkulu olmaya çalışın.
BÖLÜM - KALİTEYİ KOLLAMAK:
Kaliteyi Keşfeden Adam
W.Edwards Deming, Japonlara kalite bilincini aşılayan adam. Anahtar
kelimeleri: Kalite ve sistem.
Kalite kelimesi şirket felsefelerinin anahtar kavramı haline gelmiş
bulunuyor. Amerikalı yöneticiler kalite sorunlarının suçunu işçilere yüklerken,
Deming kalite ve üretkenliğin artırılmasında insiyatifin yöneticilerde olması ve
suçu da başkalarına atmamaları gerektiğini savunur. “Kalite nerede imal edilir?”
sorusuna Deming’in verdiği cevap, “Yönetin Kurulu”dur.
Kalite, Üretkenlik ve Kâr
Deming’e göre, bu üç kavram arasında yakın bir ilişki var.
Kalite yükseldikçe, maliyetler azalır. Bu bir zincirleme reaksiyon başlatır. Daha iyi
kalite, daha düşük maliyet ve daha yüksek üretkenliğe yol açar. Maliyetleri düşen
şirket, tasarrufunun bir kısmını düşük fiyatlar şeklinde müşterilerine
yansıtır. Müşterilerin keyfine diyecek yoktur. Kalite yükselmiş, fiyat
düşmüştür. Bu durum şirketin pazar payını azaltır ve yeni istihdama vesile olur.
Deming’in bu fikirleri 1950’lerde Japonlar tarafından başarıyla
uygulandı ve hepsinin doğru olduğu anlaşıldı. Japon şirketleri mallarının
kalitesini yükselttikçe pazar payları arttı, yeni iş sahaları açıldı ve sonuçta
bütün Japon halkının hayat standardı yükseldi. Herkes bu yönelişten yarar
sağladı.
İşyerinde Rekabet ve İşbirliği
Rekabet değil, işbirliği. Dr.Deming’in iş idaresi ilkelerinden
biri de şirket çalışanlarının işbirliğidir. İşyeri bir aile yuvasıdır ve
rekabetten ziyade işbirliği verimli sonuçlara yol açar. “altta kalanın canı
çıksın” anlayışıyla şirket idare edilmez. Liderin işi de insanları yargılamak
değil, kimin hangi tür yardıma ihtiyacı olduğunu tesbit edip o ihtiyacı gidermeye
çalışmaktır.
Futbol oyununda başarı nasıl ki sadece golü atana ait değil de,
bütün oyunculara aitse, şirkette de başarı kollektif çalışmanın ürünüdür.
Fiyatı Bırak, Kaliteye Bak
Kalite, şirket çapında bir süreçtir. Tavizsiz uygulanması gerekir.
Kalite, müşterinin kalite dediği şeydir.
Kalite ve maliyet bir toplamdırlar, fark değil.
Kalite ekip heyecanı gerektirmektedir ve kalite şirketteki herkesin işidir.
Kalite, bir yönetim tarzıdır.
Kalite ve yenilik karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdır.
Kalite bir ahlaktır.
Kalite, sürekli bir iyileştirme gerektirir ve devamlı yukarıya yükselen
bir hedef olmalıdır.
Kalite, üretkenliğe giden en az maliyetli, en az sermaye yoğun yoldur.
Kalite, müşteri ve tedarikçileri de içine alan topyekün bir sistem ile
gerçekleştirilebilir.
Ölçülemeyen
“Kalite yoksa, fiyat hiçbir şey ifade etmez.” Bu söz ABD’nin
meşhur ayakkabı şirketi Stride Rite’nin çeyrek asırlık başkanı Arnold
Niatt’ın. “İyi bir yönetici olmayı nasıl öğrendiniz?” sorusuna şu cevabı
veriyor: “İşin hep ölçülemeyen kısımlarıyla uğraştım. Neyin iyi ve düzgün
gittiğini, yöneticinin dikkat etmesi gereken şey değildir. Asıl dikkat etmemiz ve
önlememiz gereken, hayal kırıklığı ihtimalidir.”